Sanat

Sanatçı ve Zamanı

İstanbul Modern’de “Sanatçı ve Zamanı” temasıyla açılan yeni daimi sergi, Türk edebiyatının mihenk taşı Ahmet Hamdi Tanpınar’dan ilham alıyor.

Yaklaşın, yaklaşın, yaklaşın, daha, daha da yaklaşın. Şu kollarını iki yana açmış, denizin derinliğine doğru tedirgin ilerleyen adamın sırtına bakın. Ne kadar da gergin. Zaman bir zemberek olmuş da kaslarında sıkışmış sanki. Hemen başınızı sağa çevirin, şu kollarında simitlerle acemi civcivler gibi şakıyan çocuklara yoğunlaşın. Yetmez, geri çekilin, el ele tutuşmuş sevgililere dikkat kesilin. Hiç ayrılmamak üzere sözleşmişler sanki. Ya şu, hemen öndeki, kıyafetleri ile denize girmiş başörtülü kadın! O belli, suda fazla kalamamış. Ürkmüş mü? İfadesiz yüzü zamanı silmiş. Manuel Çıtak’ın 2000 yılında Kilyos Plajı’nda çektiği bu siyah beyaz fotoğraf, İstanbul mahşerini sunuyor bize. Neredeyse biraz daha içine dalsak su yekpare olacak, Karadeniz daha bir kararacak, bir şehrin hararet içindeki değişim hızının su mağarasına dönüşecek. Fakat mademki “Sanatçı ve Zamanı” başlığını taşıyan bir sanat sergisindeyiz; fotoğrafların, resimlerin, heykel ve işlerin dışına çıkmaya, daha bir çıkmaya başlamalı; okumanın, düşünmenin, anlamanın ve yorumlamanın özgür uzayına dalmalıyız. Zamanı, zamanımıza taşımalıyız.

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN…
İstanbul Modern’de açılan sergi, özünde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın (1901-1962) “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında…” mısralarından ilham alıyor ve “sanatçıların zaman fikri” etrafında birey olarak kendilerini ve çalışmalarını nasıl konumlandırdıklarına odaklanıyor. Doğu – Batı, eski – yeni, gelenek ve modernlik konularına dalıyor. Değişimin, durmaksızın değişimin mutlak bir kanun olduğu İstanbul’da, zamanın ayak izlerini takip etmek imkânını sunuyor. Daha da ötesi var elbette: Anadolu ve bütünüyle hayat merceğine yansıyor sanatın, sanatçıların. O sebepten bir yandan Coşkun Aral’ın objektifinden bize geçiyor şehvetle ateşlenen bir silah ve onun dumanları. Orta Doğu yanıyor. Neş’e Erdok’un resminde ceketini dalına atmış kafası dazlak, beyaz gömlekli bıçkın delikanlı bir yandan isyanı ve belki de asıl çaresizliği duyuruyor. Öyle ya zaman bazen çaresiz kalmaktır. Ki buradan baktığımızda değişim, zaman bir duygular patlaması, parçalanmasıdır.

Modern Türk sanatının tecrübesi elbette modern hayatımızın, o hayatın, arayış, dönüşüm ve çatışmalarının da göstergesidir. Felsefi ve kuramsal bağlamda başlı başına bir mesele olan, sanat ve zaman, bir yönüyle sanat eserlerinde somutlaşmakta, böylelikle de izleyiciye kolay ve topluca anlaşılabilir bir düşünce alternatifi sunmaktadır. Burhan Uygur’un minyatür sanatımızdan açık izler taşıyan Kapı eseri bu bakımdan tipik ve çarpıcı bir örnektir. Burada kapı hem girmeyi hem çıkmayı hem sıkışmayı asıl önemlisi ise hareket ve zaman içinde oluşmuş hayat renkliliğini sunmaktadır. Zaman ölü değildir. Ölümün ana yurdu, Doğu’da hiç ölümlü değildir. Evet, değişim hızlı, ezci, çok çarpıcıdır ancak bir yandan da sesler ve renklerle dopdoludur. Burada önemli olan, Türk sanatının zamana şahitliği değil, bu şahitliğin insan tarafında gününde ve erkence algılanıp algılanmadığıdır.

ANADOLU MOTİFLERİ
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun Anadolu motiflerinden esinlenerek kurduğu resimdeki renk ve çizgi cümbüşü bir yana, zamanın minimal dokunuşları, kırmızı masanın üzerine yerleştirilmiş çay bardaklarında açığa çıkar. Detaylar zaman kuşunun sert gagaları kadar narin pençeleriyle de süslenmiştir. Tıpkı Avni Arbaş’ın resminde denize çıkan balıkçılar tablosunda olduğu gibi, renk ve çizgi zamanda düğümlenir, nazar boncuğu gibi boşluğa asılır. Fotoğraflar, video sanatları, heykeller, hiç dinmeyen ve çok gerilimli değişim ruhunu hem eleştirir hem deyorumlar. Burhan Doğançay ise sokaktan, duvarlardan topladığı nesnelerle, zamanın izini kendi yorumuyla nesne olmaktan öte bir tür “artı gerçeklik” çıkarır. Gördüğümüz gerçeğin gerçeküstü boyuta taşınmasıdır. Adnan Çoker’in vaktiyle çok popüler olmuş, bugün klasik sayılan silik çerçeve içindeki oval ve mor dokunuşları, okumanın manifestosu sayılmalı. Zaman batan güneş gibidir onda.

Sergideki en ilginç eser, Erol Akyavaş’ın politik, fütürist, gelenekten çıkarak moderni kucaklayan çalışmasıdır. Elif gibi yukarı uzanmaya çalışan dikey çizgiler, insanda ilkin bir zaman çiti duygusu oluşturmakta; İslam yazısından mülhem üst kısımdaki çiziktirmeler bulutumsu havaya bürünmekte ve kendi zamanını sorgulayıcı, ruh akışına bağlanmakta. Döngüsel olan, teslimiyetçidir de onda. Komet’in saçılmış kibritleri, Şahin Kaygun’un düşsel çizimleri de öyle. Zaman tekin de sayılmaz.

Geri çekilip kalbimizin sesini dinledikçe, eserlerin içine daha daha da içine girdikçe, zamanın ve içimizdeki büyük değişimin yavaşlamadan sürdüğünü, hemen saptığımız ilk sokakta bizi kucakladığını görmek de zaman ile mekân arasındaki geçişkenliğin kanıtı olmalı. Sanatçının zamanı sadece eserde hapsolmaz, asıl biz sergiyi gezdikten, eseri gördükten sonra varlığımızın parçasına dönüşür. Zaman, diridir.

SERGİ KİTABI
“Sanatçı ve Zamanı” sergisi için Türkçe – İngilizce olarak hazırlanan koleksiyon kataloğu, sergideki çalışmalar ve sanatçılar üzerine metinlerin yanında, konuk yazar olarak sanat tarihçisi ve eleştirmen Ahu Antmen ile edebiyat tarihçisi ve Ahmet Hamdi Tanpınar uzmanı Handan İnci’den birbirini kesen bağlamlarda makalelere yer veriyor. Antmen, zaman fikri üzerinden Türkiye’de modernleşmeye ve kuşakların birbirleriyle olan etkileşimlerine eğiliyor. İnci ise Tanpınar’ı biyografik bir anlatımla tanıtırken, zaman kavramını yazarın çalışmalarındaki referanslarla ele alıyor.

Yazar Hakkında

Ömer Erdem

Yorum Ekle