Gündem Müzik Sanat

Cazın Türk Kahramanı: Okay Temiz

Türk ezgilerini dünyaya tanıtan, cazın müziğinin ünlü perküsyon ustası Okay Temiz, .tr dergisine hayat hikayesini anlattı. Müzik kariyerinden ve hayatına dair daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış ayrıntılardan söz eden Okay Temiz, İsveç’teki müzik yaşamı, cazın dönüşümü ve sanatın dönüştürücü etkisinden bahsetti.

Türk ezgilerini ilk kez İsveç’e ilk tanıtan sanatçılardan olan ünlü perküsyon ustası Okay Temiz, 1939 yılında İstanbul’da doğar. Kendisi de müzisyen olan annesi Naciye Temiz sayesinde müziğe olan ilgisi artar. Yine annesinin desteği ile Ankara Klasik Müzik Devlet Konservatuarında vurmalı çalgılar ve timpani bölümüne başlar. Ancak konservatuarda Batı klasik müziğinin mecbur kılınması sonucunda Okay Temiz konservatuarı bırakır ve otellerde konservatuarda yasaklanan “dans müziği” çalmaya başlar. Babasının “askerlikte yedek subay olması” amacıyla kendisine önerdiği Tophane Sanat Okulu’na kaydolur. Okay Temiz 1957-1959 yılları arasındaki eğitimi boyunca musluk kolları ve cezve kalıpları yapmayı öğrenir. Bu çok değerli deneyimi gelecekte dünya çapında ses getirecek müzik aletlerini yapmasını sağlayacaktır. Kendine has karakteri ve tınıları olan bakır davullarını kendisi yapan Temiz’in “Elektrikli Sihirli Piramit” ile deve ve koyun çanlarından yaptığı “Artemiz” isimli müzik aletlerini de içeren geniş bir etnik ve elektronik çalgılar koleksiyonu bulunuyor.

Okay Temiz’in hayatının en büyük dönüm noktalarından biri de 1967’de İsveç’e gitmesi oldu. İsveç Kültür Bakanlığı desteğiyle 30 yıl boyunca Türk ezgilerini caz ile birleştirdiği müziğini Sevda ve Oriental Wind gruplarıyla tüm dünyaya tanıttı. 1998 yılına kadar süren bu çalışmaların ardından Okay Temiz, Kültür Bakanlığının desteği ile Türkiye’ye yerleşti ve buradaki çalışmalarına başladı. Okay Temiz bu keyifli röportajda, hayat hikâyesine dair kimsenin duymadığı ayrıntıları paylaştı.

Müzik maceranız nasıl başladı?

İlk müziği anne karnında duydum. Annem bana hamileyken müzik çalışırmış. Müzik okuluna gittim. Sonra oradan mezun oldum. Babam tayyare makinisti. Babam Kore Harbi’nde pilot olarak savaşmak istemedi. Çiftlik aldık Çatalca’da, bin dönüm arazi. Silivri Yoğurtları vardı o zaman, sağdığımız sütleri oraya gönderiyorduk. Günde 350 kilogram süt sağıyorduk 450 koyundan. Fantastik şeyler yaptık. Çocukluğum traktörle tabiatla geçti, yalınayak dolaştım. Eğersiz ata bindim. Böyle kimsede olmayan maceralarım vardır. 1955’te konservatuara gittim.

Annenizden küçükken duyduğunuz eserler nelerdi?

Annem konservatuar mezunu. Fasılları çalardı. Çok güzel müzik eleştirisi yapardı. Küçükken hep ona eşlik ediyordum. Annem ile birlikte de konserler verdik. İstanbul’da pek çalmadık ama İsveç’teki konserimiz büyük ilgi gördü. Gazeteler ‘Annesiyle çalan sanatçı’ diye yazdı. Modern Müze’de, 3 milyon dolarlık resimlerin arasında çaldık. Salonda Dali’nin resimleri vardı. Çok önemlidir annemin oraya gelmesi. Çok mesut olmuştu.

“İSVEÇ’E GİTMEM ÖNEMLİ BİR DÖNÜM NOKTASIYDI”

Hayatınızın en önemli dönüm noktası neydi?

İsveç’e 1967’de gitmem çok büyük bir dönüm noktasıydı. İsveç’te en büyük cazcılarla tanıştım. Çok kısa zamanda caz ailesi beni kabul etti. Beni kabul ettikten sonra, Türk müziğine olan ilgileri arttı. O dönemler modern cazcılar klasik cazı çalmak istemiyorlardı. Bu müzisyenlerin en önemlilerinden biri Cherry’ydi. Don Cherry ile tanışmam da oldukça mühimdir. Yine 1967-68 senesinde Don Cherry Türk müziğini, bütün Balkan müziklerini, Uzak Doğu’daki ezgileri inceleyen son derece açık görüşlü birisiydi. Cherry, Türk müziğine büyük bir ilgi gösterdi ve beraber yaptığımız müzik çalışmalarında İsveçliler Türk ezgileriyle tanıştılar.

ORIENTAL WIND RÜZGÂRI AVRUPA’YI SALLADI

Türk ezgilerini caz müziği ile nasıl harmanladınız?

İsveç çok yüksek müzik kültürü olan bir ülke. Oradaki müzisyenlerle Türk müziğini ve modern cazı harmanladık. Don Cherry de girdi zaman zaman aramıza. Türk trompetçisi Muvaffak Falay’ın trompeti eşliğinde güzel konserler verdik, plaklar yaptık. Muvaffak ile benim kurduğum grubun adı Sevda idi. İsveç’te ilk kültür sanat yardımı alan grup Sevda grubudur. Bunun içinde İsveçli müzisyenler de var. Sonra ben Sevda’dan ayrılıp kendi kurduğum Oriental Wind grubu ile da en yüksek yardımları aldım senelerce. Maalesef benden önce Türk ezgilerini taşıyan başka bir örnek yoktu. Sadece İskandinavya değil Avrupa’da da yoktu. Türk ezgileri çok sevildi. Bunun sebebi de Don Cherry’nin ilgisiydi. Oriental Wind, fantastik bir gruptu, çok güzel işler yaptık. 1972-74’te çığır açtık. Böyle bir müzik anlayışı yoktu o zamanlar. Bestelerimi en kıymetli müzisyenlerle çaldık. Avrupa’yı dolaştık.

DON CHERRY TÜRK MÜZİĞİNE HAYRANDI

Don Cherry’nin Türk ezgilerini müziğini sevmesi size ne kattı?

Don Cherry, sufi müziğini, ney müziğini çok sevdi. Köçekçeler, oyun havaları, kıvrak parçalara bayılırdı. Anakara oyun havası, fidaydalar, Karadeniz türkülerini çok severdi. Don Cherry bunları duyduğu zaman anında çalan biriydi. Daha önce çalışmasına da lüzum yoktu çünkü algılaması çok yüksekti. Hayal gücü, müzik için gösterdiği cesareti ki o çok mühim, ondan korkmadan çalmayı, ‘o ona uyar mı’ diye bakmamayı öğrendik. “Free jazz” (özgür caz) diye, bir sistem var ki onu öğrenmek için sevmek lazım. Don Cherry’nin çok büyük katkısı oldu. Oriental Wind çok kültürlü, özel bir gruptur. Dünya müziği kavramanın çıkması Don Cherry sayesinde oldu. O olsa da olmasa da biz bunun arkasından gittik, gruplarımızı repertuvarlarımızı buna göre ayarladık. Gençlik o zaman entelektüeldi, dünyada ne olup bittiğini biliyordu. Dünyayı kurtarmak için bir sürü aktivite yapıyordu.

İSVEÇLİLER TÜRK NAĞMELERİNİ ÇOK SEVDİ

İsveç’de Türk müziğinin sesini duyurdunuz. Türk müziğin duyan İsveçliler size nasıl tepkiler veriyordu?

İsveçliler Anadolu ezgilerinde neler buldu? 70’lerde bir akım vardı: Çiçek Çocuklar. O zaman Hint müziği popülerdi. Herkes parklarda dans ederdi, Çiçek Çocuklar o zaman revaçtaydı. Zaten o zaman bir akım vardı, Hindistan, oryantal kültür popülerdi. Erkekler de şalvarlar giyerdi. Yani Doğu’ya bir özlem vardı. Bu dönemde Sevda grubu çıktı. Parklarda çaldığımız zaman bunlar bizim müziğimizle hep dans ettiler. 9-8’lik ritimlerle çalıyorduk. Aksak ritimlerden pek anlayamıyorlardı, ritimler eşliğinde dönüp duruyorlardı, dans ediyorlardı etrafta. Bu dans şekli halen de vardır. İllaki aynı ritimde dans etmeye lüzum yok. Zaten bizim müzikte de ‘ay ritmi bozdum, ritmi kaçırdım’ diye bir şey yok. Yaptığımız müzik bayağı tuttu. Yalnız İsveç değil, Almanya’da ve Norveç’te de çaldım.

SANATA ÖNEM VERELİM, GENÇLERi KURTARALIM

Kopenhag, Amsterdam, Selanik, Atina ve İngiltere’de kültürel merkezlere büyük önem verilir. Orada kullanılmayan fabrikalardan yapılmış özel binalar var. Her katında bir kültürel aktivite. Bunlara değer verelim, gençlerimizi kurtaralım. Aktivite yapsınlar dünyaya açılsınlar. Çok önemli bir gençlik var burada, çok büyük bir potansiyel. Enerjimiz var, genç nesil var..

TÜRKİYE’NİN EN İYİ MÜZİSYENLERİNİ TOPLADI

İsveç’te Türk müziğinin sesini duyurdunuz ve füzyon türünde eserler verdiniz. Caz müziği Anadolu ezgilerini kucakladı. Türk müziği de bağrında birçok müziği barındıran bir müzik türü. Anadolu müziğinin dünya müziğine katkıları nelerdir?

İsveç’te yeni bir akım başlattınız, Avrupa’da bu akımın yankıları nasıl oldu? Biz tasavvuf müziği kısmında, Türk folkloru üzerine çalıştık. Caz müzisyenlerinin evine giderseniz evinde caz plağı nadiren bulursunuz. Folklordan beslendi bu müzisyenler hep. Güney Afrikalı müzisyenler, folklardan alıp modernize ettiler. Aklın almayacağı şeyler. Bunu yapmak için hem yürek lazım hem de şanslı doğmak lazım. O insanların etrafında dönmek lazım, sevmek lazım. İsveç bize olanak tanımıştı. Eski fabrikalarını ve binalarını açtı. Gittik oralarda çalıştık. Ben bunları yaparken bir de Türkiye’ye gelip Aka Deniz Kurtbay gibi Türk müzisyenlerini götürdüm. Dünyada bu insanların bir eşi daha yok. Neyi aldık kullandık. Doğu’nun en büyük zurnacılarından Bayburtlu Zurnacı Binali Selman’ı İsveç’e getirdim. Finlandiya’da millet ayakta alkışladı. Büyük bir sıçrayış oldu İskandinav ülkelerinde.

Zeki Müren ve Müzeyyen Senar gibi müzik tarihine damgasını vurmuş sanatçılarımız ile çalışan müzisyenlerle projelere imza attınız. Bu dönemden bize bahsedebilir misiniz?

Bandırmalı Saffet Yücel, Türkiye’nin en değerli klarnetçilerinden biridir. Zeki Müren’in müzik hocası. Fakat Müzeyyen Senar’a, şarkı nasıl söylenir öğreten ve tarz konusunda yön veren kişidir. Saffet’le plak yaptım. Tarihe geçti plaklar. Kopenhag’da, İsveç’te çok meşhur oldu. Kalktık konserler verdik, acayip beğenildi. Artvin Şavşat’tan Zurnacı Ziya Aytekin ile çalıştık kendisi hala İsveç’te yaşıyor.

SALİH BAYSAL AVRUPA’NIN EN İYİ DÖRDÜNCÜ KEMANCISI OLDU

Başka kimlerle çalıştınız?

Ankara’dan piyanist Tuna Ötener geldi. O da bu arkadaşlarla çaldı, Türk müziği çalıştılar. Yani bunlar örnek oldu. Salih Baysal hiç unutamayacağımız birisi. Kız kardeşim arkeolog Ayşe Temiz bana Bodrum’da çok yetenekli bir kemancı olduğunu söyledi. Hem çalıyor hem söylüyor, kaymak gibi. Onu aldık götürdük İsveç’e. İsveç’te çaldık, konserler yaptık, plaklar yaptık, festivaller yaptık. Sonra ne oldu? Bir gün Almanya’ya konserden konsere giderken “Jazz Podium” diye çok önemli bir müzik mecmuası aldım. En iyi dört kemancı listesine bir de baktım Salih Baysal Avrupa dördüncüsü. Listeye girenler ise dünya çapında. Bir tanesi Stephane Grappelli Belçikalı, çok meşhur, ikincisi Jean-Luc Ponty Fransız, üçüncü ise Svend Asmussen, Danimarkalı bir dostum. Salih Baysal dördüncü kemancı olarak seçilmiş.

SUFİ MÜZİĞİNDEKİ NEFESLER AVRUPALILARI CEZBETTİ

Başka müzisyenler de yaptığınız füzyon müziği ile ilgili sizden yardım almak istedi mi?

Amerika’nın en büyük saksafoncusu “Okay seninle birlikte çalmayı çok istiyoruz” dedi. Hala söylerler bizim Türk müziğine olan ilgilerinden dolayı. Bu ilgi bizdeki sufi müziğindeki boşluklardan kaynaklanıyor. Müzisyenler pek boşluk bırakmak istemezler, o nedenle hep çalarlar. Halbuki boşluk sana enerji verir, zihnini toparlar. Bir sonraki cümleye enstrümantal olarak nasıl cevap vereceğinizi öngörürsünüz. Ama hâlâ Türkiye’deki arkadaşlar o boşluğun farkında değiller. Camide ezan okuyan hoca bunu biliyor. Ancak oradan bile bir esinlenme yok.

İSVEÇLİ GENÇLERİ TÜRKİYE’YE MÜZİK ÖĞRENMEYE GELİYORDU

İsveç’te sizin döneminizde Türk müziğiyle ilgili kurslar açıldı mı?

Benim döneminde benim plaklarımı dinleyenler Finlandiya’dan, İsveç’ten Danimarka’dan Norveç’ten buraya Türkiye’ye ney öğrenmek için geldiler. Çocuklar var. Bunlar kendi ülkelerindeki kültür servislerinden kendilerine sponsor olmalarını istiyorlar ve bunun için başvuru formları dolduruyorlar. Başvuruda “Türkiye’de ney öğreneceğim, zurna öğreneceğim, darbuka öğreneceğim” diye belirtiyor mesela. Başvurulara hemen 6 ay içinde cevap veriyorlar. Bu gençler, konservatuar talebeleri ve başka aletler de çalıyorlar. Kültürel açıdan neyi öğrenmek isteyenlere hükümet yardım veriyor. Bana gelmek isteyen bir sürü çocuklar da var. Yani Türkiye müzik için çok önemli bir yer, bir sürü farklı enstrüman var burada. Türkiye’de çok mühim zurnacılar ve darbukacılar var. Farklı davullar var ve bambaşka tekniklerle çalınıyor.

MEHTER TAKIMI İLE UNUTULMAZ PROJE

Eski Başbakan Bülent Ecevit’in 1998’de Türkiye’de kalmanız için destekte bulunması, Kültür Bakanlığı süreci, mehter takımının başına geçmeniz ve sonraki süreçler hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye’ye birçok defa geldim ve geri döndüm. Benim çektiğim şeyi kimse çekmemiştir. Yine bir keresinde taşınacakken Ecevit’e dedim ki ben gidiyorum. O da: “Olur mu Okay Bey ne yapıyorsunuz?” diyerek beni engelledi. Kendisine Mehter Takımı için bir şeyler yapabileceğimi söyledim. Ankara, İzmir, Selanik, Frankfurt Kitap Fuarı’nda konserler verdik. Portekiz’e gittim Mehter’le. Cemal Reşit Rey’de çaldığım zaman ben Mehter’in dinleyicileri her kesimden insan geldi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan o zaman belediye başkanıydı. Konser sonrası “Okay Bey sen neler yapıyorsun” diyerek beğenisini ifade etti. Kendisiyle ilk tanışmam orada oldu benim.

Mehter takımının müziği sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Savaşlarda mehter önden gider, düşmana korku salar, askere moral verir, agresivite vardır, saldırı orkestrasıdır. Buraya Yunanistan’ın en iyi saksafoncusu çağırdım geldi mehter için. Bulgaristan’ın en iyi klarnetçisi geldi. Davulcu vardı. Gitarcı ve akordeoncu geldi mehter için. Mehter savaş orkestrası diye geçer ama biz burada Barış Orkestrası kurduk. Türk müziği hareketlidir ve çok enerjiktir. Bu konuyla ilgili çok ilginç bir anımı anlatmak isterim: Stockholme gittim, Bursa kılıç kalkan ekibi geldi. Orada kocaman bir sahne var, orada performans yapacaktı kılıç kalkan ekibi. Gelen insanlar da genellikle yaşlı kişiler, 40’ın üzerinde, 70-85 yaş arası insanlar geliyor parkta oturuyorlar. Bursa Kılıç Kalkan ekibi bir çıktı, bir giriştiler harp sahnelerine müzikle beraber. Müzik olmasına rağmen grubu izleyen insanlar nasıl panik oldu, korktular, birbirlerini ezerek kaçtılar. Böyle bir şey görmemişler yazık. Çok enteresan. Bir enerji var Türk müziğinde tabi.

Müziğinizde ilham kaynakları nelerdir?

Başta annem, müziği ilk ondan duydum. Folklor müziği, sufi müzik, ney, ondaki boşluklar, titreşim… Başlangıcı ve bitişi. Öbür yandan da tüm folklordan beslendim. Afrika folklörü. Kuşların ne güzel bağırışları var. O hayvanların bağırışları çok ilham verici, bunları duymak lazım. Bunlardan ilham alıp, bunları bilmek lazım. Bunları bilirsen bestelerin, kompozisyonların, yaptığın yapıtlar başka bir değer kazanır.

Müziğinizde tarım aletleri bile kullanabiliyorsunuz. Traktör egzozu, kaplumbağa kabuğu sizin müziğinizde yıldız olabiliyor. Bu sihri nasıl başarıyorsunuz?

Bizim 4 tane traktörümüz vardı, 450 koyun 100 dönüm arazi Çatalca’da. 3 senelik ortaokulu 5 senede bitirdim. Okul biter bitmez pancar taşımaya, amele taşımaya koşardım. Atlarımız vardı, koyun kuzularımız vardı. Hayatımız tabiatla geçti, müziğe yansıyor farkında olmadan hepsi. İlle de ben bunu burada kullanacağım dersen komplekse girersin. Bu, doğaçlama gelişen bir şey.

ŞİŞLİ ÇÖPLÜĞÜNDE TIRMIKLAR VE KAMYONLARLA KONSER

Müziğinizde kullandığınız bu tür aletlere örnek başka aletler ya da cihazlar da var mı?

Traktörlerin egzozlarını değiştirmiştik. Ben de bir şef olarak onları alıştırdım, prova yaptık. Hep birden traktörleri çalıştırdık. Değişik ritimlerle, traktörlerin egzozunun ritmiyle çıkardığı seslerle harika oldu. Sonra kamyonları getirdim. Motosikletlere, arabalara gizli mikrofonlar takıyorum. Onlar bir çalgı aleti halini alıyor. Bir kamyon ya da bir traktörle çalışırsın. Tamponuna dokunursun, aynasına dokunursun, jantına dokunursun başka türlü ses çıkar. Şişli çöplüğünde yaptığım bir deneme vardı. Çöpçülerin yabaları, tırmıkları, küreklerini yere sürterek sesler çıkardık. Bir de çöp arabasının kapaklarını yan taraflarıyla çalarak sesler çıkardık.

SU TELEFONU VE SiHiRLi PiRAMiT

Sihirli piramit gibi iki icadınız var. Bunlardan başka icadınız var mı?

Yaylı bardaklar var mesela. Bardağın arkasına bir tane yay ekledim onunla çok güzel ses çıkıyor. Mala ile bir alet yaptım. Bildiğimiz işçi malası, onu büyüterek çok güzel bir alete dönüştürdüm. Motor kaskı ile yaptığım bir alet var, ona ekler koyduk. Su telefonu var. O su telefonunu daha önce başkaları yapmış, ben daha iyisini yaptım. Ben her aleti önce kendim yapmak isterim. Çünkü bu şekilde aletlerle bütünleşiyorsun.

EN BÜYÜK HAYALİ “OKAY TEMİZ MÜZESİ”Nİ KURMAK

Başka projeleriniz var mı? Siz bir müzik müzesi projesinden bahsetmiştiniz.

İcat ettiğim aletlerim var. Bunları, Stockholm’deki Modern Müze almak istemişti. Sonra ben Finlandiya’da bir bayanla tanıştım, eşim oldu, çocuğumuz oldu. Ben Finlandiya’ya göç ettim. Bu aletlerden bir müze yapmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımıza da söyledim. Ben artık 82 yaşındayım bunlara ne olacağı belli olmaz. Kültür Bakanlığından biri geldi ve aletlerin envanterini çıkardı. Bütün aletler numaralandı, kataloglar yapıldı. Altı müze üstü derslik bir yapı olabilir. Workshop’lar olabilir. Afrika ve Hindistan’dan gelen hocalar var. Sirkülasyon halinde nesiller yaşar yani.

Çocuğunuzu müzik konusunda nasıl eğittiniz? Çocukların müzikle ilişkisi gelecek toplumların daha sağlıklı olmasını sağlıyor. Siz çocuğunuza bu anlamda nasıl bir eğitim verdiniz?

Çok değerli oğlum benim için. Onun ebeliğini de ben yaptım. Bu işi bilmem ama çocuğumu aldım kendim yıkadım, getirdim annesine, şaşırdılar. Hep beraberdik. Annesi fizyoterapist. Ben oğlumla ilgilendim, Finlandiya’da 5 sene kaldım. Evin dışında müzik çalıştığımız bir mekân vardı. Davulun yanında yatağımız vardı. Kalktığımız zaman başımız davula değiyordu. Evin dışında müzik çalıştığımız ufak bir yerdi. Türk televizyonunu seyretti. Türkçe öğrendi, şimdi anadili gibi Türkçesi var. Zaten doğar doğmaz ona ‘‘hoş geldin’’ dedim. Okulu Türkiye’de bitirdi. Konservatuvar sınavlarında piyanoda 5 ses basılınca sınavı geçemedi. Yarı zamanlı konservatuarda okuttum. Finlandiya’da hem güneyde hem de kuzeyde iki konservatuarı da birincilikle kazandı. Kuzeydeki eve yakın olduğu için oradaki konservatuvarı bitirdi. Hocalık teklif ettiler. Geliyor burada caz festivallerine. Geçen yıl Londra Caz Festivali’nde de beraber çaldık. Biz ona müzikleri yolluyoruz. Geliyor, çalıyor.

ÖZEL EĞİTİME İHTİYAÇ DUYANLARA TEMİZ’DEN SANAT DESTEĞİ

Sanatın özgüveni geliştirmeye yönelik bir özeliği var. Siz engelli çocuklara yönelik projeler yapıyorsunuz. Bundan da bahseder misiniz?

Ben selebral palsili kişilere çaldım İsveç’te. Video olarak çekildi her şey arşivlendi. Benim yaptığım şeyi kimse yapmamıştır şimdiye kadar. 8 yaşında çocuk da vardı, 72 yaşında adam da vardı. Hepsi aynı sınıftaydılar, böyle acayip şeyler yaptık, neler neler yaptık. O kadar güzel oldu ki. O arşivler hâlen İsveç’te duruyor. Ama benden sonra gelecek kimse yok. İyi bir eğitimci olmak lazım. Pedagoji lazım. Ben pedagoji bilmem ama aileden öğrendiğim, etraftan gördüğüm kültürle ben bunu yaptım. Nasıl gösterilir, en basitine ineceksin. İşte neden Afrika çalıyoruz. Bizim atölyemizde Afrika ritimleri var. En basitini çalamıyorlar. Kadınlar daha iyi. Erkeklerin konsantrasyonları bozuk. Ama bir de bakıyorsun ki bir süre sonra adam kendini geliştirmiş. Bizim atölyemize 12 yıldır gelen kursiyerler var.

WORKSHOP ÇALIŞMALARI GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİNDEN UZAK YAPILMALI

Şimdi çocuk yetiştirmek için acele etmemek lazım. Çocuğu da kendi haline bırakmak lazım ve etrafta da gürültü olmayacak. AVM’lerde çocuklarla ilgili workshop yapılıyor. AVM’lerde de çocuklarla atölye çalışması yapılıyor. Bir defasında, dışarda bir AVM’de çocuklarla atölye çalışması yapacaktık. Etraftaki gürültüyü duydum ve “hayır, olmaz” dedim. Gürültü, konsantrasyonu bozar. Dışarısı, içerisi veya bahçe fark etmez ama etrafta kimse olmaması lazım. Yoksa hemen bozulur konsantrasyon.

17 AĞUSTOS DEPREMi MAĞDURU ÇOCUKLARA DARBUKA DERSLERİ VERDİ

Deprem olduğu zaman bir firma sponsor olarak 400 tane darbuka yolladı, TIR’la geldi kocaman kamyonla. İzmit’teki depremin ertesi günü birinci haftası, onları dağıttık. 400 tane çocuk darbukaları nasıl dövüyorlar, panikle ne olduğunu bilmiyorlar; annelerini, kardeşlerini, abilerini kaybetmişler, yalnız kalmışlar. Felaket bir durumda, onlar o darbukaları dövdüler 1 ay boyunca. Çünkü enerjinin bir yandan akması lazım. Fransızlar geliyor onlar taş attırıyorlar. Fotoğrafçılar geliyor, onlar fotoğraf çektiriyorlar. Tiyatrocular bağırttırarak bir şey yapıyorlar. Bir-iki ay sonra, 25 kişi ile grup kurduk. AVM’lerde konser verdiler, para kazandı çocuklar.

Müziğin barışı inşa etmedeki rolü nedir?

İyi müzikse, bu bir terapidir ama farkına varmazsın. Hakikaten konserden çıktıktan sonra, “Oh be” derler “ne konserdi”. Sufi müziği Stockholm’e de gelmişti, ben de oraya gittim. Mevleviler sema gösterisi yapmıştı. Yani o atmosfer, sufilerin dönüşü, çok güzel bir anı oldu. O, seni alır bir yere götürür, düşüncelerinden koparsın. Atölye çalışmalarıma gelenler de öyle, en azından iki buçuk saat başka bir hayata giriyorlar. Sufi müziği barışın tesisinde çok önemli. Hint müziği de bu anlamda etkili. İnsanı daha insan olmaya yaklaştıran bir müzik.

İRAN ŞAHI PEHLEVi iLE UNUTULMAZ ANI

Daha önce Cumhurbaşkanımızın belediye başkanı olduğu zamanda sizi dinlediğini söylemiştiniz. Verdiğiniz diğer konserlerde başka dünya liderleri ile anınız var mı?

İsveç’in eski Başbakanı Olof Palme bir keresinde biz sahne aldıktan sonra konuşma yapmıştı. İkinci anım ise İran Şahı Pehlevi ile oldu. Konservatuvarda talebeyim, 1955 senesi. Ankara Konservatuvarı Klasik Müzik Bölümüne girdik. Annemle trompete geçecektik, olmadı. Konturbasa geçecektik, ‘‘trombon’’ dedik ‘‘boyun kısa” dediler. Geldiler, ellerimize baktılar, davulcu olacaksın sen dediler. Çok bozulmuştum. Timpanist olarak kaldım. Senenin ortasında, İranı Şahı Muhammed Rıza eşi Farah Diba’yla geldi. Okuldan bir öğrencinin karşılama grubunda olması lazım. Ama takım elbisesi de olması lazım. Bir bende takım elbise var. Hemen eve gittim. Takım elbisemi giydim, okula döndüm. Şah ve eşini ben ve solistlerden biri karşıladı. Takdim edilerek el sıkıştık. Böyle farklı bir çocukluk anım var.

Caz müziğinin ilk çıktığı haliyle şimdiki halini kıyaslarsak neler söyleyebilirsiniz? Cazın dönüşümü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok geniş bir spektrum var. Acayip değişti. İşçilerin çalışırken, şarkıları çalışma temposuna uydurarak ürettikleri bir müzik türü. Müzik oralardan geldi, ta New Orleans’a. Oradan siyahiler aldırlar, büyük değişimlere uğradı. Sonra Avrupa’ya taşındı, Avrupa’dan dünyanın her yerine gitti. Türk cazı, Hint cazı, Çekoslavak cazı derken farklı türlerde caz çıktı. Türk cazı denince Türk kültürü girdi işin içine. Önce klasik caz, avangart caz varken sonra rock caz, folk caz dendi. Pankçısı punkçusu, yaptığı müziğe isim koydu spektrum çok genişledi. Faydası oldu mu? Oldu. Caz bunlara örnek oldu, serbestlik, doğaçlama ve özgürlük açısından.

Daha önce Daily Sabah’a verdiğiniz röportajda caz konserlerinde bilet fiyatlarının artmasından şikâyetçi olmuştunuz. Caz müziğinin kitlelere ulaşmasındaki bu sıkıntıdan bize bahsedebilir misiniz?

Dollar Brand konser vermeden önce bilet fiyatlarına müdahale ederdi. Buraya daha önce Santana geldi. Gençler ve müzisyenler bu adamı seviyor. Çalışında bir sadelik var bu çocuğun. Komplikasyona girip de müziği bozmuyor. İsveç’teki konserinde normal bir bilet fiyatı vardı. Sonra İstanbul Kuruçeşme’de konserinde ön taraflardaki bilet fiyatı 700 TL idi, kaç sene evvel. Olacak şey değil. Gençler çok pahalı olduğundan konsere giremediler. Kapitalist bir anlayış bu durum. İsveç’teyken böyle, Türkiye’ye gelince neden böyle? Bunu unutmayacağım tabi. Bir tarafta Dollar Brand var, bir tarafta Santana var. Millet artık akıllandı, öyle fahiş fiyat konserlere gitmiyor. Bilet fiyatlarında öğrenciler de düşünülmeli.

AŞIK VEYSEL VE NEŞET ERTAŞ’IN YERİ ÖZELDİR

Dinlediğiniz Türk sanatçılar kimlerdir?

Eskilerden dinlediklerimizi dinlemeye devam ediyoruz. Alpaylar, Salim Dündarlar. Bunlar hep arkadaşlarımız. Salim Dündar damardan söyler. Hem de koşar, iyi koşucuydu. İspanyol şarkılarını da çok iyi söyler. Neşet Ertaş’ı beğenirim, severim. Neşet köylü çocuğu, tam böyle topraktan katıksız gelmiş. Tabi Türk müziğinde Aşık Veysel çok mühimdir.

Yazar Hakkında

drenkveren@gmail.com'

Deniz RENKVEREN

Yorum Ekle