Sanat

TAŞ KÜTÜPHANE

İstanbul Moderndeki Yok Olmadan sergisi, nostaljik değil kelimenin tam anlamıyla bir uyarı ve bilinç sunuyor. Yaşamak için tercih edilmesi gereken yolu gösteriyor.

“Yok olmadan!”, “Yok olmadan!” Günde kaç kez tekrar edebilirsiniz bu sözü? Sabah uyanıyor ve ilk cümleniz bu oluyor. Aynada, merdivenlerde, otobüs ve vapurda… Baktığınız her yön ve her şeyde tekrar edip duruyorsunuz. “Yok olmadan!” Farkında değilsiniz, bazen sesiniz yüksek çıkıyor. Şaşkın bakışlardan anlıyorsunuz. İstanbul Modernde sizi bekleyen sergiye yaklaştıkça, o ses daha bir sıklaşıyor. Hele İstanbul gibi değişimin, kentsel dönüşümün baş döndürdüğü iklimde, vinçlerin, harıl hurul çalışan yıkım makinelerinin, inşaat patlamalarının arasından geçtikçe, büzülüyor, susmaya çalışıyorsunuz. Kısık sesle tekrarlıyorsunuz. “Yok olmaadaan, yook olma…” İşte gözünüzün önünde, İstanbul Modernin bitişiğinde bir barbar makine denize doğru çalışmakta, bir büyük mimar edasıyla sağa sola emirler yağdırmakta. Var olma adına pençesine ne gelmişse savurup, yıkmakta.

Tam da bu yüzden belki yerinde bulursunuz böylesi bir etkinliği. Adını, Joni Mitchell’in Big Yellow Taxi şarkısından
alan sergiyi, yok oluşu ilkin doğaya sonra da adım adım hayatın bütününe yayarak gezmek istersiniz. Hatta Mitchell’in şarkısıyla şehir turuna çıkabilir, olmakta olanın şamarını yüzünüzde hissedebilirsiniz. Günlük, popüler çevreci söylemlerin ötesinde, sanatın soyut dokunuşlarının rehberliğinde tam da içinizde duyabilirsiniz böylece sergiyi. Yokluk hepten kara gerçekliğe dönüşmeden herkesin kendi payına düşen sorumluluk mutlaka vardır. Sanat sorumluluktur her şeyden önce. Böyle düşünür, sabahtan beri içinizde yankılanan “yok olmadan!” ünlemine daha bir sarılırsınız. “Yok olmasın!”, “Yok olmasın!”

İşte buyurun, ilkin sağa sola saçılmış, asılmış plastik çiçekler. Az şey mi? Madem güllük gülistanlık olsun istiyoruz
her yerin. Durmayın, ilerleyin. İçeri girin, uzanmış onlarca tabut sizi bekliyor. Söğüt ağacından mı çatılmış bunlar. Yoksa kavak mı? Belki sıkıştırılmış talaş? Yok yok, eğilip koklasanız, anlayacaksınız. Ölümsüz bu koku. Tabiatın kokusu. Ve baş tarafına dikilmiş zeytin fideleri. Tabutlardan yeşermiş, zeytin şarkısı. Ölümsüzlük ağacı zeytinle, ölümün kutusu tabut vereceği mesajı sıkıca tutuyor. Zeytin aynı zamanda barışın, doğayla barışın göstergesi. Araya karışan kuş sesleri zihninizi dolduruyor, kim bu yok ediciler, kıyıcı kim? Yok olmadan arayıp bulmalı bu canavarı. Onun paslı dişlerini sökmeli. Bu yapay bahçeyi mezarına koymalı.

Pas dedim ya, pas hayatın donduğu, hareketin durduğu, suyun çekildiği, umudun tükendiği her yerde. Bu sebepten,
Canan Tolon’un, tuval üzerine çelik çubuklar, metal levha, tahta, akrilik, balmumu, çimen çalışmasına özenle bakmalı. Bu kurumuş akış, yatay ve dikey, bozuk sarıdan küf kahverengisine nasıl da yayılıyor, ruhu kuşatıp, ızdırap veriyor. Eşyanın hafızası, hareketin ve hayatın ölümünü gösteriyor. Yok oluşun uzayını sert ve kuru aynı zamanda ölü doğaya indiriyor.

Ölüm belki en yapay fakat alabildiğine çıplakça sunuluyor sergide. Yok oluş, ölümün saklı cebinde hırlıyor. Hayatın
kaybolduğu yerde işleyen ölümün kanunudur bu. Elmas Deniz’in video çalışması da, ölü kuş şeklinde tasarladığı
maket uçak ve sanki onunla kaydedilmiş insansız doğa görüntüleriyle desteklenirken, serginin en çarpıcı elementlerinden birisi olan Taş Kütüphaneye göz kırpar.

Doğanın kendisinin değil kalbi taşlaşmış insanoğlunun eseri bu taşlık. Taş, gözenek gözenek, kömür karasından mercan yeşiline kadar yayılır. Kütüphane formunda tasarladığı sunumunda Alper Aydın, bir yandan taş atar. Taşlar bizi. Taşlaşmayı duyurur. Göze, ruha, en çok da ölüme değer. Ölüm ki taşta, çiçekleniş olarak şakır. “Buluntu taşlar ve ahşap”, hem birbirine sarılır hem de “doğal formların arşivi”ne dönüşür. Biraz ileri yorumla, taş, umudun kalesidir. Hafıza en azından bu gözeneklere sığınmış, yokluğun uğultusunu saklamıştır.

Lars Jan, boğulma ve su metaforları içinde, düşülen belki sığınılan kuyuya göndermelerde bulunurken, Rodney Graham, ters çevirdiği video formatıyla yanlışa, tepetakla oluşa parmak basar. Maro Michalakos, ters mutasyonu kucaklarken, “hasar”ın doğasına, flamingo renkleri üzerinden yaklaşır. Sarılmış kırmızı, doğadaki bütün canlıların ana canı kanı simgeler ancak kan da ağır ağır çekilir, renksizliğe uğratılır.

Çağdaş sanat her bakımdan çağrışım, gönderme ve serbest duyuruşlarla ilerler. Bu bakımdan bağlayıcı değil bağlamlıdır. Bingyi’nin videosu ile Mario Merz’in ilk günahtan beri hep simge olmuş elmayı, ortaya en doğal hâliyle taşımasına şaşırmamalı. Salyangoz formlu masalar da öyle. Şaşırmıyoruz da artık zaten. Dikkatlerini elinden alıp onu aktüaliteye yapıştırır insanı modern hayat. Pae White, Neon Transformatörler, elektrik telinde, manyetik olanın geçişken pasifliğini sunar bu yüzden.

Her sergi sonuçta bir fragmandır ve büyük film dışarıda, şehirde, doğada, caddelerde, evlerde, insanın en içinde
akmaktadır. Kendisini soyutlaya soyutlaya hayata ve varlığa sokulan sanat, sonuçta henüz ölmemiş, kaybolmamış
ve hafızasını yitirmemiş insan tekine seslenir. Oradan da insanlığın büyük karşı koyuşu doğacaktır. Yok Olmadan
sergisi, nostaljik değil kelimenin tam anlamıyla bir uyarı ve bilinç sunuyor. Yaşamak için tercih edilmesi gereken
yolu gösteriyor.

ZİYARET İÇİN
Doğa ve Sürdürülebilirlik Üzerine Bir Sergi İstanbul Modern Meclis-i Mebusan Cad. Antrepo 4, Karaköyİstanbul
Salı-Pazar: 10.00-18.00 Perşembe: 10.00-20.00 Pazartesi: Kapalı Bilet: 25 TL (indirimli 14 TL)
www.istanbulmodern.org

Yazar Hakkında

Ömer Erdem

Yorum Ekle