Portre

Hattat Hasan Çelebi: Hüsnühat Sanatının Direği

Hasan Çelebi; adı ülke sınırlarını aşmış, uluslararası kültür ve sanat ortamlarında tanınan, aranan bir şöhret olmuştur.

Kur’an’ın yazıldığı şehir olarak tarihe geçen kutlu belde İstanbul, 16. asırda Amasyalı Hattat Şeyh Hamdullah’ın kurduğu Osmanlı Hat Mektebine asırlardır ev sahipliği yapmaktadır. Her ne kadar 1928 Harf İnkılabı sonucunda eski canlılığını yitirip yok olup kaybolmaya yüz tutsa da bu istisnai özelliğini halen korumaktadır. Çünkü 1982’de merhum Hattat Hamid’in vefatıyla “Bu sanat artık kayboldu, bitti bir daha dirilemez…” endişeleri hocanın en iyi tanınan talebesi Hasan Çelebi vasıtasıyla adeta simurg gibi küllerinden yeniden canlanmıştır. O, son halka Hattat Hâmit vefatından önceki “Mezar taşımı Hafız Hasan yazsın.” vasiyeti sanki Çelebi Üstad’ın omuzlarına bir başka mesuliyet de yüklemişti. O, adeta kendi üslûbuyla Hafız Hasan’a el vermişti. Bu cihetle hüsnühat sanatının tarihinden ve öneminden bahsederken bu süreç içinde Hattat Hasan Çelebi’yi anmamak, onu kayda geçirmemek hüsnühat sanatının geldiği noktada mümkün değildir. Bu müstesna sanatın ilk devirlerinde İbn Mukle, Ali b. Hilal, Yakut-ı Müsta’simi gibi köşe taşı olan üstatlar gibi Hasan Çelebi de son devirdeki en önemli köşe taşıdır denilebilir.

Hasan Çelebi’nin bu uzun ve zahmetli bir yolda kolay ilerlediği ve hedefe kolay ulaştığı düşünülemez. Adeta bir karınca süratiyle bu husus izah edilebilir. Zaten hayatını adadığı, gönlünü verdiği bu sanatın da kuralları, ölçüleri hep pire bacağı ve pire ciğeri kadar değil midir? O, İlahi bir takdir olarak, Anadolu’nun ücra bir köyünden, din ilimlerini tahsil etmek için İstanbul’a gelme fırsatını elde etmiştir. Kendi ifadesiyle garip bir köy çocuğunun o devirde sadece Osmanlı kültür ortamından yetişen İstanbul elitlerinin arasına karışarak, büyük bir sabır ve azimle çalışması, nihayetinde eserleriyle ve camileri süsleyip kuşatan hatlarıyla; her şeyden önemlisi yetiştirdiği talebeleriyle, hat sanatı tarihinde geleneğin izinde geleceğe emin adımlarla ilerleyen uluslararası yeni bir okul kurmuştur.

Hamid Bey’den sülüs-nesih, Kemal Batanay’dan ta’lik- rik’a meşk edip icazet alan Çelebi Hoca, Hâmid Aytaç’tan sonra en çok öğrenci yetiştiren hoca olmuştur. Bugün, ABD’den Japonya’ya Rusya’dan Güney Afrika’ya kadar uzanan geniş coğrafyada 70’dan fazla icazetli talebesi bulunmaktadır. Hem yetiştirdiği talebeleri hem mabetleri kuşatan hatları hem de koleksiyonlardaki nadide eserleriyle parmakla gösterilir bir sanatkâr olarak, adı ülke sınırlarını aşmış, uluslararası kültür ve sanat ortamlarında tanınan, aranan bir şöhret olmuştur.

Sanatta eser vermek kadar, belki daha da önemlisi talebe yetiştirmektir. Çünkü sanatın devamı bununla mümkün olmaktadır. Tarihte bazı sanatkârların değeri, eserleriyle birlikte onların yetiştirdikleri önemli sanatkârlarla ölçülmektedir. Bugün Çelebi Hoca’nın yetiştirdiği Davud Bektaş, Muhammed Zekeriya, Ferhat Kurlu, Fuad Kuchi Honda gibi tanınmış çok değerli hattatlar; onun en önemli eserleri sayılmalıdır. Silsilenin devamını sağlamak, kaynaktan su temin etmekle birlikte, o kaynağı beslemek de çok önemlidir.

Bugüne kadar birçok eserler vermiş, vermeye de devam etmektedir. Son yüzyıl hattatlarında bulunan bir özellik olarak, her çeşit yazıyı yazabilmek becerisi, Çelebi hocada da bulunmaktadır. Klâsik yazı türleri olarak bilinen sülüs, nesih, tâlik, dîvânî, celî dîvânî, muhakkak ve rik’a yazılarını yazmış, kûfî yazı tarzında da önemli eserler vermiştir. Ancak en çok eser verdiği dal celî sülüs yazısıdır. Bir sanatkârın değeri, verdiği eser sayısı ile ölçülemez; ancak Çelebi oldukça çok diyebileceğimiz sayıda eser vermiştir. Bunların başında mabet yazıları gelmektedir. Günümüzde restore edilen birçok caminin celî yazıları ile yeni inşa edilen mabetlerin de kuşak ve kubbe yazıları onun celî hatlarıyladır. Klâsik levha ve kâğıt üzerine yazdığı yazılarla birlikte, tuğra formunda da eserleri bulunmaktadır. Birçok devlet adamına tuğra yazmış, genellikle hilyeler, kıt’a yazıları, klasik levha ve farklı düzenlemeler ile özellikle klâsik yazı tarzımızı devam ettirmektedir. Klasik çerçevede kalmak üzere, her çeşit değişik kompozisyon biçimini kullanarak, birbirlerinden farklı ve zengin bir istif yazı koleksiyonu oluşturmuştur.

Modern uygulamalara karşı olmasa bile tamamen klâsik geleneğin takipçisidir. Ancak, bu noktada aşırı katılıktan kaçınmış, bazen tamamen modern sayılmasa da geleneksel de sayılmayacak ama klâsik kompozisyon özelliklerini bünyesinde barındıran serbest istif çalışmalarını da görmekteyiz. Kompozisyon kuralları itibarıyla klâsik geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalmakta; ama kompozisyon formunda ise özgür olabilmektedir. Kendisine göre hat, klâsik ve geleneksel bir özdür ve bu öz kaybolmamalıdır. Bu alanda daha birçok şey yapılabilmektedir. Sınırları geniştir ve doyum noktasına henüz gelmemiştir. Önümüzde sonsuz bir alan vardır ve bu alan klasik gelenekle daha zenginleştirilmelidir.

Hasan Çelebi’nin benliğini sanatının önüne geçirdiği görülmemiştir. Çocukluğundan beri hep mutedil olan, itidali elinden bırakmayan ve bugüne kadar da kimseyle kavga etmeyen hoca, talebelerine şefkatle yaklaşır, o gerçekten soyadıyla bütünleşmiş bir çelebidir, hattın çelebisidir o, kimseye bir kural koymaz. Onun tek kuralı kalemin ölçüsüdür, hataları o bulmaz, kalem söyler. Öyle de rakik-i kalp bir şahsiyet… Kimsenin kalbini kırmadan adeta kol kanat gererek… Bunlar onun derin hoşgörülü bir tabiata sahibi olmasından gelir. Büyük sabır gerektiren hat sanatı, onu öyle bir kuşatmış ki onda hal oluvermiş. Sabrın kuralları günlük yaşantısına tabii bir şekilde aksetmiş. Adeta fena fi’l-hüsnühat olmuştur denilebilir.

Yazar Hakkında

Hilal Kazan

Yorum Ekle