Edebiyat Yunus Emre Enstitüsü

Dünden Bugüne Toprağın Sanata Yolculuğu

Evrenin oluşumu sırasında evreni kaos ’tan düzene geçiren, Yaradan’ın dört vasfı olan, dört temel güç HAVA, SU, ATEŞ ve TOPRAK’tır. Seramik de bu dört elementten meydana gelmiştir. Yeryüzünü dört element gibi yöneten dört erdem vardır: akıl, itidal (ölçülülük), doğruluk (adalet) ve kudret (erk). Seramik de üretim sürecinde akıllı, ölçülü ve doğru olmayı, her türlü doğa koşullarına karşın binlerce yıl sonrasına kalabilme özelliğinden dolayı da yapısında ve duruşunda kudreti barındırır.  Bu noktada doğa, ilk eski çağlardan bugüne insanoğlunun yaşamında çok önemli bir yer tutmakta olup bütün unsurlarıyla seramik sanatı için sınırsız bir ilham kaynağı olmuştur. Biçim, renk ve doku sürekli devinimi ile diğer sanat dallarını olduğu gibi seramik sanatını da yakından etkilemiştir.

İlk seramiklerin Anadolu’da üretimi yaklaşık 8000 yıl önceye dayanmaktadır. Maya uygarlığından 4000 yıl, tarih öncesi Mısır’dan 1000 yıl önce, toprakla ateş, Anadolu’da Çatalhöyük’te M.Ö. 6000’lerde buluşmuştur. Bu anlamda Anadolu topraklarının seramiğin de anavatanı olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Pişmiş toprağın, ilk olarak suyu ve yiyecekleri depolama amacıyla kullanılan kap-kacak ve küpler şeklinde günlük hayatın içine girdiği bilinmektedir. Dinsel törenlerde simgesel anlamlar taşıyan idoller; aydınlatmayı sağlayan kandiller; haberleşme ve belgeleme işlevi olan tabletler; tuğla, kiremit, suyolu ve künk gibi mimari elemanlar; takılar ve süs eşyaları, çanak çömlek, ocak gibi gündelik kullanım eşyaları; ölü küllerinin saklandığı kaplar ve lahitler seramiğin sayısız formlarından bazılarıdır. Seramik, kısa sürede günlük hayatın vazgeçilmezlerinden olan pek çok ihtiyaç ürününü insan hayatına sokmuştur. Malzemenin esnekliği ve şekillendirmedeki kolaylığı; inanış ve dini ihtiyaçları karşılayan nesnelerden, çocuk oyuncaklarına kadar geniş bir ürün yelpazesinin üretilmesine imkân sağlamıştır.

Anadolu; tarih boyunca Neolitik çağdan bu yana Hitit, Frig, Lidya, Urartu, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi uygarlıklarda su, toprak, hava ve ateşin birleşmesi ile oluşan seramiklere ev sahipliği yapmıştır. Neolitik çağ ile başlayan pişmiş toprak eşya üretimi, sadece günlük kap ve kullanım eşyası ile sınırlı kalmamıştır. Çamurun plastik özelliği karşısında büyülenen Anadolu insanı, kille şekillendirdiği ana tanrıça heykelciklerinde inancına dair simgeleri elle tutulur hale getirerek, sanatsal yaratım gücünü ele veren uğraşlara da girişmiştir. Konya-Çatalhöyük’te, Diyarbakır Çayönü Höyük’te ve Burdur Hacılar ’da gün ışığına çıkarılan ana tanrıça idolleri, belki de çamurun insan eliyle şekil aldığı en naif biçimlerdir. M.Ö. 3000-2000 yılları arasında çömlekçi çarkının (seramik tornası) seramik üretimine dâhil olmasıyla seramik sanatı; gerek üretim açısından gerekse ortaya çıkan özgün tasarımlar açısından bambaşka bir boyuta ulaşarak torna aracılığı ile çok özel örnekler üretilmiştir. Aynı zamanda seramik çamurunun çömlekçi çarkında diğer şekillendirme yöntemlerine göre daha kısa sürede şekillendirilerek hızlı üretime olanak sağlanmasından dolayı seramik sanayileşme sürecine başlamıştır.

Selçuklu ve Osmanlı Dönemi seramiklerinin, o günün teknolojisi düşünüldüğünde izleyicide uyandırdığı duygu hayranlıktır. Konya’da Karatay Medresesi, İstanbul’da Topkapı Sarayı, Bursa’da Yeşil Cami, Malatya’da Ulu Cami, Edirne’de Selimiye Cami, Sivas’ta Divriği Cami bu örneklerden sadece bir kaç tanesidir. Bu denli hayranlık uyandıran yapılardan ve içinde barındırdığı derin felsefeden etkilenmek sanatçılar için kaçınılmaz olmuştur. Dünyada başka hiçbir sanat yoktur ki binlerce yıl sonraya ilk günkü gibi özelliğini koruyarak gelebilsin. Durum böyle olunca da bugüne kadar gelen seramikler, belgesel niteliğini taşıyıp geçmiş uygarlıkların kültürü hakkında bizlere bilgi sunarak geçmişin ruhunu zamanın derinliklerinden bizlere yansıtmıştır. Açıklanan bu nedenlerden dolayı, seramik sanatı diğer sanatların içinde bir başka yerde durur ve içinde sanatı, teknolojiyi, felsefeyi ve tarihi barındırır.

Seramik sanatını bilimsel açıdan ele alırsak; gerek bünyesi ve üretim yöntemleri, gerek sırları gerekse dekorlarındaki teknolojik gelişmelerin incelenmesi tamamen bilimsel içerikli konulardır. Bir seramik sanatçısının özgün eserler üretebilmesi için bu konulara hakim olması gerekir. Bazen; pişmiş toprak, porselen, vitrifiye, çanak-çömlek üretimleri, yer ve duvar kaplamaları, sofra eşyaları v.b ürünlerin seramik ile bağlantısı karıştırılmaktadır. Aslında hepsinin genel adı seramik olmakla beraber birbirleri arasında bünye, pişirim ve üretim açısından teknik farklılıklar vardır. Söz konusu sınıflandırma seramik ana başlığı altında alt başlıklar olarak yapılmaktadır.

Seramiğin en basit tanımı ise; halk arasında pişmiş toprak esaslı malzeme olarak bilinmekle beraber; kil, kaolen, feldspat, kuvars ve benzeri maddelerin su ile yoğurulup yüksek sıcaklıkta pişirilmesiyle elde edilen formlar ve kullanım eşyalarıdır.

Yaradılış sürecindeki insan gibi bir parça su ve topraktan oluşan seramik, aslında geçmişten günümüze içeriğinde ve bünyesinde derin bilgi,  tecrübe, gelenek, kültür ve kültüre bağlı bir anlayışı barındıran ve felsefesi olan bir sanat dalıdır. Seramiği sanat açısından ele alacak olursak; öncelikle diğer sanat dallarından farklı olarak; üretimi hakkında teknik bilgilere sahip olmamız gerekmektedir. Yaratım sürecinde ise diğer sanat dallarında olduğu gibi oldukça sancılı bir süreç yaşanmaktadır. Gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra üretilmek istenen tasarımın üretim sürecinde çamurla dost olmak ve ona istediği gibi davranmak gerekir. Örnek verecek olursak şekillendirme sürecinde gerekli plastiklikte olmalı, kurutma sürecinde yavaş ve uygun ortamda kurutulmalı, pişirim sürecinde ise bünye yapısına uygun sıcaklık seçilerek pişirim yapılmalıdır. Aksi halde dereceli olarak çatlar ya da ona istenildiği gibi davranılmazsa kurutma ya da pişirim sürecinde patlayarak çok kaprisli davranır ve sonuç sizi üzebilir. Seramik sanatı açısından bu sancılı süreç seramiğin bünyesel yapısı ve pişirim faktöründen dolayı, sürprizlerle doludur. Alıcıyla buluşuncaya kadar geçen süreçte seramik formlar; tasarımından, materyal seçimine, pişirilmesinden, dekor uygulamasına ve sırlanmasına kadar birçok aşamadan geçmektedir. Onunla üretim sürecinde dost olursanız ortaya çıkan sonucun hazzı ve keyfi ise tarif edilemez bir mutluluktur.

Birçok disipline adapte olabilen seramik çağımızda sürrealizmden hiperrealizme, op arttan pop arta, minimalizmden performans sanatlarına kadar birçok alanda adından söz ettirmiştir. Bu örnekler dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sanatçılar tarafından üretilerek yaşama dâhil edilmektedir. Türkiye’de çağdaş geçmişi 1950’lere kadar gidebilen seramik sanatı aslında geçmişten günümüze bir felsefe ışığında gelişim göstermiştir. Öyle ki bir felsefe anlayışı ile üretilmemiş dahi olsa inançlar, sevgiler, hüzünler, aşklar, gizli anlaşmalar seramik yoluyla yansıtılmıştır. Felsefenin doğmasıyla birlikte sanat alanlarında bilinçli bir şekilde var olan göstergeler Türkiye’de de kendini göstermiştir. Türkiye’de çağdaş seramik sanatına baktığımızda ise farklı disiplinlerde birçok sanat alanıyla etkileşime girmesinin yanı sıra, sanatçıların çağını yansıttığı çağdaş yorumlar ile karşımıza birçok örneklerle çıktığı görülmektedir. Bu örneklerin hünerli ellerde biçimlenerek sanata dönüşmesi, yüzyıllardan beri bu topraklarda kazanılan deneyim ve bilgilerin çağdaş düşüncelerle yoğrulması sonucudur. Seramik endüstriyel anlamda da günlük kullanımda bizim için olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir yapı taşı durumundadır. Banyo ve lavabolar başta olmak üzere mekânların her noktasında onun izleri vardır. Günümüzde seramik kullanılmayan bir mutfak ya da banyo görmek neredeyse imkânsızdır. Evinde seramik sofra eşyası, kupa ya da fincan olmayan biri yoktur. Şu anda bile kahvenizi ya da çayınızı yudumluyorsanız kupanız ya da fincanınız da büyük olasılıkla seramiktir.

İnsan var olduğundan bu yana topraktan beslenmiş, topraktan yaptığı mekânlarda barınmış, topraktan yaptığı ürünlerle hayatını sürdürmüştür. Geçmişten günümüze değişmeyen bir gerçek vardır ki toprağın insan eli ve marifeti ile kullanım eşyası ve sanat eserine dönüşerek onunla birlikteliğinin bugüne kadar sürmüş ve sürecek olmasıdır. Türkiye’de günümüz seramik sanatı teknoloji ve bilimin desteğini alarak yoluna devam etmektedir.  Biçimlendirmede, teknolojinin olanak sağladığı dijital cihazlar da kullanan hünerli eller, artık yaratıcı düşünce ve yeteneklerini teknoloji ile birleştirerek eserler üretmeye başlamıştır. Ortaya çıkan çağdaş eserler ve kullanılan yöntemler seramik sanatının nereye gittiğini sorgulatsa da her devinimden sonra bir sükûnet ve gerçek ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda geçmişle güçlü bir bağ kuran seramik sanatı çağdaş örnekleri ile günümüz yaşamıyla yakından ilişkilenmektedir. İnsanın var oluşu ile birlikte biçimlendirilmeye başlanan toprağın bugün ülkemizde aynı beceri, yaratıcı düşünce ile üretim yaparak toplumun beğenisine sunan birçok sanatçı bulunmaktadır. Bu sanatçılar eserlerini topluma sunarken bazıları da işin püf noktaları ile bilgi ve deneyimlerini bizlere aktarmışlardır. Toprağın sanat seramiği olarak dünyada olduğu gibi ülkemizde de dünden bugüne olan yolculuğunda hızlı gelişip değişmesi kültürlerin birbirini anlamaya çalışmasıyla devam edecektir. Bu gelişim; iletişimin kolaylaşması ile daha da hızlı yaşanacaktır. Önemli olan, özümüzü kaybetmeden kültürel kodlarımızı yansıtan eserlerle gelecek kuşaklara miras bırakılmasının hedeflenmesidir. Bu durum; geleceğe daha güvenli bakmamıza olanak sağlayacaktır. Bu noktada en önemli hususlardan bir tanesi ise yeni kuşaklara geleneğimizi ve kültürümüzü anlatan çağdaş eğitimlerin verilmesi ve toplumun bilinçlendirilmesidir.

“Püf noktası” deyiminin hikâyesi:

Her işte olduğu gibi seramik sanatının da incelikleri ve önemli ayrıntıları vardır. Bu ayrıntılar öğrenilmeden seramik üretilemez. Her işin inceliğinde olduğu gibi, seramiğin inceliği de ancak ustasından öğrenebilir. İşin inceliklerini öğrenmek için sabır, çalışma ve tıpkı seramik gibi pişmek gerekir. Bu durumun çıraklık, kalfalık gibi safhaları vardır. Bu safhaları aşmadan usta olunmaz… Yani incelikli seramik yapılamaz…

Vaktiyle çömlek ustasının yanında çalışan bir kalfa artık her şeyi öğrendiğini düşünmüş, kendisine atölye açmak için ustasının yanından ayrılmaya karar vermiş. Ustası her ne kadar “Dur daha her şeyi öğrenmedin” dese de kalfa ustasını dinlememiş. Başka bir diyara gidip kendi atölyesini açmış. Ustasından öğrendiklerini uygulamaya başlamış. Ama ne tuhaf ki, fırına verdiği bütün çömleklerin üzerinde piştikten sonra sır kabarcıkları meydana gelerek ürünler zayi oluyormuş. Kalfa bu duruma çok şaşırmış. Birçok deneme yapmış ama bir türlü fırından sağlam çömlek çıkarmayı becerememiş. Çaresiz ustasının yanına geri dönmüş. Ustası onu görünce gülmüş. Belli ki geleceğini bekliyormuş. “Ne oldu? Çömlekleri fırından sağlam çıkaramadın, değil mi?” diye kendisine sormuş. Kalfa çok mahcup olmuş. “Hakkını helal et ustam… Sana saygısızlık ettim… Dediğin gibi oldu… Çömleklerin üzeri hava kabarcıkları ile dolu… Hepsi zayi oldu.” demiş. Ustası yine gülmüş. “Gel hele yanıma da çömleklerin üzerinde nasıl kabarcıklar olmayacağını öğren” demiş. Usta çömlekleri fırına koymadan önce üzerindeki sırlara ara ara püffffffffff diye üflüyormuş. Böylece sırın üzerindeki hava kabarcıkları kayboluyormuş. Hava kabar­cığı kalmadığı için fırına giren çömlekler zayi olmuyormuş. “Gördün mü, her şeyi öğrenmişsin ama işin püf noktasını öğrenememişsin.” demiş usta çırağına. Daha sonra helâlleşmişler ve püf noktasının önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna devam etmiş. Yaşanmış bu hikâyeden her işin ve her şeyin bir püf noktası olduğunu anlıyoruz.

 

*Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik Bölümü, ESKİŞEHİR

Yazar Hakkında

ssibelsevim@gmail.com'

S. Sibel SEVİM

Yorum Ekle