Edebiyat

BİR MEDENİYET BEKÇİSİ

Abdülhak Şinasi Hisar’ın adını anınca hemen “nostalji” kavramı gelir aklımıza. Ondan daha çok ve onunla iç içe İstanbul…

Hazine-i Evrak ve İnsaniyet dergilerini çıkaran Mahmud Celalettin Bey’in oğlu Abdülhak Şinasi… Adı, edebiyatımızın iki devinden; Abdülhak Hamid ve İbrahim Şinasi’den, babasının bu iki isme duyduğu hayranlıktan gelir. Hazine-i Evrak ilk edebî dergimizdir. Devrin meşhurlarının birçoğu yazılarını, şiirlerini, tenkitlerini bu dergide yayımlar. Nâmık Kemal, Abdülhak Hamid, Ziya Paşa, Recaizâde Mahmud Ekrem, Halid Ziya, Nâbizâde Nâzım ve Menemenlizâde Mehmed Tahir bu isimlerden bazılarıdır.

Abdülhak Şinasi Hisar, 1888’de dedesi Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında dünyaya geldi. Aristokrat bir ailenin çocuğuydu. Üstelik annesi de aristokrat bir aileden geliyordu. Ancak doğduğu tarih, bir imparatorluğun ve buna bağlı olarak imparatorluk aristokrasisinin yavaş yavaş sahneden çekilişine işaret eder. Böyle bakılınca onun hayatı, hatıraları ve yazdıkları daha anlamlı bir hâl alıyor. Babası, bir süre Paris’te eğitim -ki o devirde Paris’te eğitim görmek son derece önemli ve ayrıcalıklı bir şeydir- görmüş, devrinin ileri gelen aydınlarından biridir. Hem aristokrat hem aydın… Annesi de aristokrat bir aileden gelmektedir Hisar’ın. Çocukluğu, ailenin ekonomik ve sosyal durumuna bağlı olarak Rumelihisarı’ndaki yalıda, Çamlıca ve Büyükada’daki köşklerde geçmiştir.

Boğaziçi… Osmanlı aristokrasisinin ve kültürünün hayat bulduğu yer. Yalılar, imparatorluk dilinin konuşulduğu, sanatının yaşatıldığı, nezaketinin, görgü ve terbiyesinin, zevkinin sonraki kuşaklara aktarıldığı mekânlardır. O, bu büyük mirasın son temsilcilerinden biridir. İmparatorluğun ve ifade ettiği her şeyin göçüp gidişine tanıklık etmiştir. Yazdığı eserlerden bazıları bir bakıma mesut günlere, devirlere veda ve ağıt niteliğindedir. Bu yüzden o, ismiyle beraber başka kavramları da peşi sıra sürükleyen nadir yazarlardan biridir. Adını anınca hemen “nostalji” kavramı gelir aklımıza. Ondan daha çok ve onunla iç içe İstanbul… Adının yanına “İstanbul nostaljisi” ya da “eski İstanbul” yazılır genellikle ve hiç yadırganmaz. Sonra “hatıra” kelimesi bütün çağrışımlarıyla gelir. Bunlara “geçmiş” ve “zaman” kelimelerini ayrı ayrı; ya da bir arada “geçmiş zaman” tamlamasını eklemek mümkün. Fakat bütün bunları kuşatan bir kelime daha var; hüzün. İşte bu vedalaşmanın, kaybedişin, çöküşün hüznüdür.

Edebiyatla, sanatla, şiirle ve şiirin çağrıştırdığı ince duygularla çocuk yaşta tanışır. Gerek Rumelihisarı’ndaki yalıda, gerekse Çamlıca ve Büyükada’daki köşkte dadıların, mürebbiyelerin, kalfaların ellerinde büyür. Sürekli, hiç bitmeyecekmiş gibi bir masal atmosferinde geçer çocukluğu. İleride kaleme alacağı eserlerde sık sık o günlere dönecek, hatta sürekli o günlerden bahsedecektir. Belki de böylece o günlerin yok oluş gerçeğinin acısını hafifletmeye çalışmaktadır. Gerçeğin ağır yüküne ancak sanatla katlanabileceğinin farkındadır. Çünkü sanat ona zamanın kesintisiz devam eden bir süreç olduğunu fısıldamaktadır. Marcel Proust ile onu buluşturan da budur. Zaman süreklidir ve aslında geçmiş dediğimiz şey “şimdi”nin içinde gizlidir. Onun nostaljisi hedefsiz, maksatsız bir nostalji değildir bu yüzden.

Abdülhak Şinasi Hisar şüphesiz büyük bir üslupçudur. Eşyayı ve zamanı büyük bir titizlikle ve inanılmaz bir ayrıntıyla anlatır. Olayları ve insanları anlatırken ironiktir. Gerçekten öyle mi? Tereddütlü bir ironidir bu. Mesela Samih Bey ve Biz’de yazar, kahramanını anlatırken ironiye başvurmuş gibidir. Fakat bunun bir içli acıma olduğunu da inkâr edemeyiz. İroniyle dramın hatta melankolinin birbirinden ayırt edilmesi çok zordur onun romanlarında. Kahramanları kendi çevresinden, Osmanlı aristokrasisindendir. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte onlar da hayat şartlarını olumsuz anlamda değiştirmek zorunda kalırlar. Tam anlamıyla bir düşüştür yaşadıkları. İçine düştükleri yeni hayat anlayışına uyum sağlamakta güçlük çekerler. Bu, onları karikatürleştirir. Fakat bu karikatüre bakıp daima gülmek mümkün değildir. İnsanın içine dokunan, acıtan bir yanı vardır. Aslında onların yaşadıkları olaylar tek başına komiktir de. Fakat Abdülhak Şinasi’nin anlatımında hükmünü süren deneme üslubu ve içeriği bu komediyi drama hatta trajediye dönüştürür. Samih Bey’in hâline gülemeyiz bu yüzden.

Üç romanında da; Çamlıca’daki Eniştemiz’de veya Samih Bey ve Biz’de yahut Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği’nde Boğaziçi Mehtapları’nın, Boğaziçi Yalıları’nın üslubunu buluruz. O, romanlarında da deneme üslubundan kurtulamaz, belki de kurtulmak istemez. Kahramanlarının başından geçenler çok kısa yer tutar romanlarında. O kısacık olayları çıkarırsanız bu üç romanı da baştan sona bir deneme olarak okumak mümkündür. Buralarda eşyanın bütün ayrıntılarında göçüp giden bir medeniyetin izlerini sürer. Daha doğrusu o izleri sonraki nesillere aktarmak için uğraşır. Bu metinler bize hayatımızın ne kadar fakirleştiğini, sıradanlaştığını duyuran metinlerdir. Abdülhak Şinasi Hisar, bu fakirleşmeye gönlü razı olmayanlardan biri. İstanbul’u ve orada yaşanan medeniyeti bir bütün olarak kavrayabilen, yaşayabilen son nesildendir. Hayatının Cumhuriyet Türkiye’sine denk gelen kısımlarında da o medeniyeti yaşamaktan vazgeçmedi. Eserlerinde bir bakıma kültür mirasımızı kayıt altına almaya çalıştı. Yazdıklarıyla onların bekçiliğini yapmak istedi. Medeniyetimizin son bekçilerinden biriydi o.

Yazar Hakkında

Bahtiyar Aslan

Yorum Ekle