Gezi

SİSLER ARDINDAKİ GÜZELLİK BELGRAD

Yazar: Derya Örs

Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün dünyaya açılan en geniş pencerelerinden birisi olan Yunus Emre Enstitüsünün hizmete giren yeni şubesinin açılış töreni münasebetiyle, asıl adı “beyaz şehir” anlamında olan Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da birkaç günlüğüne bulunma fırsatımız oldu.

Osmanlı dönemi Türk tarihinde fevkalade önemli stratejik bir konuma sahip olan Belgrad şehri, orada kaldığımız kısa süre zarfında, belki de geride bıraktığımız nice medeniyet eserinin nasıl yok olduğunu görmeyelim diye, tam bir mahcubiyet içinde o muhteşem güzelliğini yoğun sis perdeleri ardında saklayarak bize yüzünü göstermekten kaçındı.
Şehri bir gerdanlık gibi baştan başa kat eden şanlı Tuna Nehri’ni yüksek bir noktadan nazlı nazlı akarken görebilme arzumuz, içinde Kale Megdan (Kale Meydan) adı verilen büyük ve tarihî Belgrad Kalesi’nin surlarının da bulunduğu parka birkaç kez gitmiş olsak da içimizde ukde olarak kaldı.

Milattan sonra 85 yılında Romalılar tarafından inşa edilen Belgrad Kalesi, neredeyse iki bin yıldır pek çok kez el değiştirdikten sonra, Kanuni Sultan Süleyman’ın şehri fethettiği 1521 yılından bu yana, eski ihtişamlı günlerinin hatırasını yaşatmak için zamanın her türlü tahribatına direniyor. Kalenin surlara yakın bir yerinde bulunan Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi, yakın bir zamanda TİKA tarafından tamir edilerek yeniden canlanacağı mesut anı heyecanla bekliyor. Parkın tam ortasında yer alan Mora Fatihi Damat Ali Paşa Türbesi, Osmanlı’dan bugüne ulaşabilmiş az sayıda eser arasında yer alırken, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin dünya tarihine vurduğu ebedî bir mühür gibi
boy göstermeye devam ediyor. Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi Hoca’nın tespitlerine göre şehirde bir zamanlar 250
cami, 9 medrese, 10 mektep, 17 tekke, 3 imaret, 14 han, 11 hamam, 3 saat kulesi, 38 sebil ve 10 türbe bulunmaktaymış. Oysa yine bu civarda bulunan, 1575 yılında inşa edilmiş olup Belgrad’da şu anda ibadete
açık tek cami olan Bayraklı Camisi dışında, ne yazık ki hemen hemen hiçbir Osmanlı eseri günümüze ulaşmayı başaramamış. Bayraklı Camisi’nin haziresinde dağınık hâlde duvarlara yaslanmış, sağa sola atılmış boynu bükük birkaç mezar taşı, içimizdeki derin hüznü bir kat daha artırsa da mülkün sahibi olan Allah’a boyun eğmekten başka çare olmadığını bilerek ilahi fermana teslim oluyoruz. Öyle anlaşılıyor ki tarihte olup bitenleri daha çok uzun zamanlar konuşup tartışacağız. Bununla birlikte tarihi unutmamak kadar bugünü inşa etmenin de önemli ve
gerekli olduğunun farkındayız. Yıkılanları yerine koyma şansımız yok, ama her şeyi yeniden kurma şansımız var. Bütün dünyada güzel Türkçemizin ve Türk kültürünün öğretilmesi, barış ve dostluk köprülerinin yeniden inşa edilmesi için yola çıkan Yunus Emre Enstitüsünün en son açılan şubesi olan Belgrad Kültür Merkezinin
nice güzel hizmetlere ve Sırbistan- Türkiye ilişkilerinde hayırlara vesile olacağı inancıyla merkez çalışanlarına
üstün başarılar diliyorum.

Yazar Hakkında

Derya Örs

Yorum Ekle