Gündem

Peşte Göklerindeki İttifak

MACARİSTAN BAŞBAKANI VİKTOR ORBAN geçen sene haziran ayında Türkiye-Macaristan 3. Üst Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için Türkiye’ye gelmiş, ortak bir Bakanlar Kurulu toplantısına katılmıştı. Toplantıya katılan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, Türkiye-Macaristan arasındaki tarihî ilişkiyi “stratejik ortaklık” olarak değerlendirmiş, Avrupa Birliği’nin Türkiye aleyhindeki eleştirilerini doğru bulmadıklarını, hatta bu yüzden Ankara’dan önce ilk cevapları kendilerinin verdiklerini söyleyerek şöyle konuşmuştu:

“AB’nin size yönelttiği eleştirileri hoş karşılamıyoruz. Çünkü biz bir yıl önce demokrasinize karşı yapılan korkunç saldırının ne olduğunu anlıyoruz. İstikrarını korumak için teröre karşı verdiği mücadelede Türkiye’nin yanında durmak zorundayız. Türkiye’nin ulusal güvenliğini korumak için terörle mücadele etmesini saygıyla karşılamalıyız”.

Türk-Macar ilişkilerinin tarihî boyutu göz önüne alındığı zaman her iki kültürün birbirini etkilediği görülüyor. Politik, ekonomik ve kültürel açıdan da Türk-Macar ilişkilerinin güçlü olduğu ve buna bağlı olarak da Macarların dil ve kültürlerini Budin paşalarınca sağlanan barış ve huzur ortamında herhangi bir baskıya uğramadan yaşattıkları bilinen bir gerçektir. Öyle ki, eski Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, Macaristan’ın aşağı yukarı 150 yıldan beri Türkler tarafından yönetilmesinin bir şans olduğunu söylemişti: “Ülkemiz Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca Macaristan Türkler için stratejik bir yer oldu”.

Osmanlılar hiç şüphesiz akıllı adamlardı ve hâkimiyet kurdukları her yerde kendilerini yerel kültürün, dilin koruyucusu olarak görüyorlardı; çünkü evrensel bir düşünceye sahiptiler. Aynı zamanda kompleksiz insanlardı. Öyle ki, çok kültürlülüğe önem veriyor, bu farklı kültürlerin bozulmadan yaşamasını istiyorlardı.

Tarihî Türk-Macar ilişkilerinde de bu kompleksiz politikanın izlerini görebiliyoruz. Macar dili ve kültürünün tahrip olmadan çağımıza kadar gelmesi bunun en somut delilleri arasındadır. Sándor Takáts’ın Macaristan Türk Âleminden Çizgiler isimli dikkate değer kitabında, Budin paşalarının idari işlerinde Macarcayı kullandıklarını, hatta XVI. yüzyıl ortasından itibaren başkalarının da onlara bakarak resmî ve sosyal temaslarında Macarcayı dikkate almaya başladıklarını yazıyor ve şöyle diyordu: “Böylelikle Beç Sarayı’nı da Macar Kalem Odaları teşkiline mecbur kılmışlardı. Gerçekten bir parça inanılacak gibi değildi”.

“Macar dili haklarının tanınması” diyor, Takáts, “Genel olarak kullanılışı ve gelişmesi millî istiklalimizin temel taşı ve damgası olduğundan millî devletimizin bekasının da mühim unsuru olmuştu. Macar dili haklarının tanınmasıyla Macar Krallığı ülküsünün tanınması Türkler bakımından esasen aynı manayı taşıyordu. Budin paşaları, İstanbul’daki bu ülkünün devamlı propagandacıları idiler. Onlar daha ziyade yalnız Macar kralıyla mektuplaşıyor ve Macar kralıyla görüşmelerde bulunuyorlardı. İmparatorluk makamından onlar haberdar bile görünmüyorlar, onun şahsında Beç kralından başkasını tanımıyorlardı. Kapı’da sadece Beç kralı (Macar Kralı) adı geçiyor ve Batı devletlerinin İstanbul’daki elçileri de bu Beç Kralı sözünü kullanıyordu”.

Sándor Takáts’ın da söylediği gibi, Osmanlılar, XVII. yüzyıl sonlarına kadar Macaristan’ı koruyup kollayarak Macarların kimliklerinin korunmasında etkili olmuşlardı. Bu tesir kanaatimce, Macar aydınlarının da Osmanlılara karşı sempatiyle bakmalarına vesile olmuş, hatta kendilerinin de Turanî kavimlerle akraba olduğundan bahisle 1912 yılında Budapeşte’de bir Turan Cemiyeti’nin kurulması ve Turan adında bir dergi çıkarılması için çalışmalar yapmışlardır. Öyle ki, imparatorluk Türkiyesi’nin dağılmaya başladığı yıllarda Macar Turancılarının etkisiyle Türkiye’de de panturkizm, yani Turancılık idealinin gündem olmaya başladığını söylemek mümkündür.

Türk Yurdu dergisinin 8 Şubat 1912 tarihli sayısında çıkan bir haberde, Kont Balazeçini ile Vambery’nin fahrî başkan, Kont Pál Taleki’nin fiilî başkan olduğu Macar Turan Cemiyeti’nin amacı “Macarlarla akraba olan Avrupa ve Asya kavimleri hakkında siyasî, ekonomik, sosyal araştırmalar yapmak ve bu kavimlerin ilerlemesini sağlamak” olarak belirtilmişti. O tarihlerde Türkiye’nin Budapeşte Başkonsolosu ise, coşkun ve ateşli bir vatansever olan Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey’di ve o da Turancılık idealleriyle yanıp tutuşuyordu.

Macar Turancıları İstanbul’a çeşitli vesilelerle heyetler de göndermiş, dahası Turan Cemiyeti’nin başkanı Kont Pál Taleki 1914 Mayıs’ında İstanbul’a gelmiş, Türk Yurdu dergisini ziyaret etmiş, bazı görüşmelerde bulunmuştu.

Fethi Tevetoğlu’nun yazdıklarına bakılırsa, Birinci Dünya Savaşı sırasında ayrıca bir Türk-Macar Dostluk Yurdu kurulmuş, daha sonraları aynı dernek Türk-Macar Mitingini yapmıştı. Başkonsolos Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun da kuruluşunda ciddi katkılarının olduğu Türk-Macar Dostluk Yurdu’nun en önemli faaliyetlerinden biri hiç şüphesiz Budin’deki Gül Baba Türbesi’nin ihya edilmesiydi. Hereke Fabrikası’na ısmarladığı nefis ipek Türk seccadeleri ve Hattat Halid’e yazdırdığı celî levhaları da Gül Baba Türbesine bağışlayan Ahmet Hikmet’in yanı sıra bu dostluğa hizmet eden ve Türk-Macar Kardeşlik Mitingi’nde ateşli bir konuşma yapan Peşte Başkonsolos Vekili Enis Behiç Koryürek’ti.

Türk-Macar ilişkilerinin politik, ekonomik boyutlarının yanında kültürel bağlantıları da vardı ve aydınlar arasında bu birliktelik çok daha sağlamdı. Öyle ki Macar asıllı büyük piyanist ve kompozitör Franz Liszt’in Osmanlı Devleti’nin başkentinde konserler vermek için İstanbul’a 1847’de geldiği ve beş hafta kaldığı bilinmektedir. Alexandre Comendiger’in Beyoğlu Nuruziya Sokağı’ndaki evinde misafir edilen Ferenc Lizst, eski Çırağan Sarayı’nda Abdülmecid’in huzurunda, Büyükdere’deki Franchini Köşkü’nde ve Rus Sefareti’nde, sonunda halka açık çeşitli mekânlarda konserler vermiştir. Franz Liszt hayranı olan keman virtüozu Karl Berger de İstanbul’da yaşamayı tercih etmiş, ve Mesut Cemil başta olmak üzere Şerif Muhyiddin Targan’ın da dostları arasına girmişti.

Türk-Macar ilişkileri zamanla gelişmiş ve farklı alanlarda eserler vermeye başlamıştır. Öyle ki Türkiye, 2011’i “Franz Liszt Yılı” ilân ederek iki kültürün birbiriyle olan münasebetlerine önemli katkı sağlamıştı.
Macaristan Cumhurbaşkanı Janos Ader’in davetiyle Budapeşte’ye giden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu büyük tarihî ve kültürel birikimle Macaristan’ın Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine verdiği desteğin önemli olduğunu söyleyerek, “Macaristan’la Afrika’nın kalkınma çabalarına katkı sağlamak amacıyla çok daha yakın iş birliği içinde olacağız. Kökleri Asya’ya uzanan iki ülke olarak bu coğrafyada da birlikte çalışmaya devam edeceğiz” demişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gül Baba Tekkesinin restorasyonuna işaret ederek, XVI. yüzyıldan bugüne mevcudiyetini koruyan Gül Baba Tekkesi’nin bulunduğu ve Gül Baba’nın şehit düştüğü yerin Macar halkı tarafından hâlen Gül Tepesi olarak adlandırıldığını söyleyerek ortak tarihin sembollerinden olan bu önemli eserin restorasyonuna verdikleri katkı için Macar makamlarına teşekkür etmişti.

Türkiye ve Macaristan’ın güçlü bir tarihî bağa sahip olduğunu vurgulayan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözleri dikkat çekiciydi:

“Geçen ay Kırgızistan’da bir araya geldik ve Türk Konseyi Toplantısı’nda bizim de desteğimizle gözlemcilik statüsünü Macaristan böylece kazanmış oldu. Asya ile Macaristan arasındaki ilişkilerin güçlenmesini bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz”.

“İnanıyorum ki bu mübarek mekân gelecek kuşaklar tarafından da büyük bir ihtimamla korunacak ve Türk-Macar dostluğunun en kıymetli sembollerinden biri olmaya devam edecektir” diye devam eden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle devam etti.

“Bilhassa bölgesel barış ve istikrara yönelik tehditlerin arttığı bir dönemde bu iş birliğinin çok daha büyük önem kazandığına inanıyoruz. Dinî, etnik ve kültürel farklılıkları kaşıyarak insanları birbirine düşürmeye çalışanlara inat, biz Gül Baba’nın kutlu mirasına sahip çıkarak dayanışmanın dilini konuşacağız. Yaklaşık 500 yıl önce Gül Baba’nı yaptığı gibi bu topraklara husumet tohumları yerine sevgi tohumları ekeceğiz. Beş yıl aradan sonra Cumhurbaşkanı olarak gerçekleştirdiğim bu ziyaret önümüzdeki döneme dair çok önemli bir mesajdır. Türk-Macar iş birliği, Gül Baba Hazretlerini manevi gölgesi altında kök salmaya devam edecektir”.

Türk-Macar ilişkilerinin ivme kazanmasında hiç şüphesiz Ahmet Hikmet Mütfüoğlu ve Enis Behiç Koryürek gibi edip diplomatlarımızın payı bulunuyordu, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen onların mirasını bugünlerde Peşte göklerinde TİKA, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar üstlenmişlerdir.
Macaristan Devlet Liyakat Nişanı verilen TİKA Başkanı Serdar Çam, Ahmet Hikmet Mütfüoğlu ve Enis Behiç Koryürek gibi bu kültürün devam ettiricisi ve koruyucusudur. Türkiye-Macaristan ilişkilerinde yeni bir kültür alışverişi için kanallar açmak, yani bir çeşit kültür diplomasisi yürütmekle görevli Budapeşte Yunus Emre Enstitüsü de Macar aydınlarıyla beraber iki ülkenin geleceği için çalışmalar yapmaktadır.

Yazar Hakkında

Atilla Cansever

Yorum Ekle