Dosya

İki Avrupalı Seyyahın Gözünden İKİ ASIR ÖNCEKİ İSTANBUL

emre.ozcan@cubemedya.com'
Yazar: TR Editör

Her karış toprağı tarih kokan, doğal güzelliği ve tarihe tanıklığı ile seyyahların ve ressamların çoğu zaman uğrak noktası olan İstanbul, 1814 yılında iki Avrupalı sanatçının uzak diyarlardan gelişine ev sahipliği yapar.

Her karış toprağı tarih kokan, doğal güzelliği ve tarihe tanıklığı ile seyyahların ve ressamların çoğu zaman uğrak noktası olan İstanbul, 1814 yılında iki Avrupalı sanatçının uzak diyarlardan gelişine ev sahipliği yapar.

Yazı: RECEP KANKAL

1814 yılı Temmuz’unda Varşova’dan Osmanlı topraklarına antik eserleri tanımak ve aramak maksadıyla yola çıkan Polonyalı Edward Raczynski, bu seyahatinde bilhassa İstanbul ve Çanakkale’deki kimi noktaları ziyaret eder. Seyahati esnasında yanında Alman dostu Ludwig Fuhrmann da yer almaktadır. Raczynski, gezdiği yerlerde gördüğü kayda değer bilgileri seyahat notlarına eklerken, ayrıca ressam olan Fuhrmann da gezide uğradıkları birçok tarihî eseri ve doğal manzarayı resmetmeye çalışmıştır. Polonya yoluyla Ukrayna steplerini aşıp, Odessa’dan bindikleri buğday yüklü gemi ile 9 Ağustos günü Arnavutköy’e ulaşan iki arkadaş, kayıkla Galata’ya geçerek buradan tarihî eserleri görmeye, tanımaya yaya olarak devam ederler.
İSTANBUL NOTLARI

Seyahatnamelerin İstanbul’u yeterince anlatamadığını belirten Raczynski, İstanbul’u sanatkârların gözünde emsalsizliğini ve bir devlet adamı için doğal yapısıyla hiçbir yerde bulunmayan güzelliğe sahip olduğunu ifade eder. Beyoğlu’ndan etrafı seyrederken Anadolu yakasına düşen gölgeler ona sanki Fatih ve Kanuni’nin karşıya uzanan gölgelerini hatırlatır. Sokakların karanlık olmasını evlerin cumbalı yapılarından kaynaklandığını belirtir. Ayrıca Türklerin buradaki evlerinin iç süslemelerinin ve tasarımının batıdakinden farklı olmakla beraber ahşap ve beyaz renkte olmasına dikkat çeker.

Ayasofya’nın tabi görüntüsüne zarar vermeden yapılan ve çevresinin çınar ağaçları ile gölgelendirildiği Sultan Ahmet Camii’ni gezen Raczynski, buradaki göğe uzanan çınar ağaçlarının koca dallarının görüntüsünün manzarayı tenkite mahal vermediğini söyler. “45 sokak saydım.” dediği Mısır Çarşısı’na da uğrayan seyyah, vitrinlerin çeşitliliğini görünce satılan her eşyanın insana almak için cazip geldiğini belirtir. Burada esnafın dürüst alışveriş yapmalarına şahit olan seyyah, Türklerin kazanç hırsına sahip olmadığını, ticaret sırasında bile ibadetlerini yaparken dükkânlarını açık bıraktıklarını ve bu sırada hırsızlık hadiselerinin yaşanmadığını gözlemler. Buradaki yok olan tarihî Hipodrom ve Mısır’dan getirilen Dikilitaş’a dair bilgi verir.

Marmara’nın şahane görünüşü, sahillerindeki tarihle iç içe geçen mekânlarının kendisini daima çektiğini belirtir. Raczynski, gezisi esnasında Binbirdirek Sarnıcı, Bozdoğan Kemeri, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısının yanındaki Ayasofya Hamamı, Atmeydanı, Tophane, Kız Kulesi, Haliç, Boğaziçi, Anadolu Hisarı, Hünkâr İskelesi, Bahçeköy, Belgrad ormanları gibi doğal, tarihî ve seyri doyumsuz yerleri de ziyaret eder. Çınar ve servi ağaçlarının etrafı süsleyen manzarasına hayran kaldığı Kâğıthane Deresi’nin olduğu bugünkü Sadâbad Parkı’nı da gezen seyyah, şehrin bunaltıcı havasından kurtulmak için serinlemeye gelen bir yabancının burada duygularının manzaradan etkilenebileceğini belirtir. Mezarlıkları da ziyaret eden seyyah, Türklerin akraba, dost ve çocuk mezarlarına güzel kokulu çiçekler dikmelerinden hoşnut olur. Türklerin ölülerine mezar taşı yaptırmalarının bir âdet olduğunu ifade eden seyyah, en fakir birinin dahi hiç olmazsa kabrin başına sarık oymalı bir taş yerleştirdiğini belirtir. Türklerin sıhhatlerinden bir şey kaybetmemekle beraber yeme içme hususunda aza kanaat ettiklerini belirten Raczynski, Türklerin bu rolüne ramazan ayında da şahit olur. Ramazan gecelerinde İstanbul’un ayrı bir güzelliğe büründüğünü belirten seyyah, evlerde yanan ışıkları ve minarelerin renkli lambalarla aydınlatıldığında yedi tepe üzerinde kurulu bu güzel şehrin âdeta peri masallarını andıran bir hâl aldığını belirtir. Bu güzelliği seyretmek için seyyah, bir gece kayık kiralayarak İstanbul’u denizden seyretmek için dolaşır.

Seyyah, sayısız güzellikleri ile Boğaziçi ve üstünde gezen yelkenlerin manzarasını güzelleştirdiği Boğaz’daki yamaçların halkın yaz aylarında mesire alanı ve serinlemek için kullandığı gölgeli vadilerle çevrildiğini belirtir. Her milletten topluluğun, tabloyu anımsatan insan manzarasını âdeta maskeli bir bahçe partisine benzetir. Seyahatinin geçtiği günlerde dönemin padişahı İkinci Mahmut’un cuma selamlığına gelişini de seyir için Beylerbeyine gelen seyyah, üzerinde siyah tilki tüylü yeşil bir kürkü, sarığı ve belindeki kuşağı arasında yer alan elmas işlemeli hançeri bulunan hükümdarın camiye gelişindeki ihtişamına ve mahiyetindeki devlet erkânının protokol adabının intizamına şahit olur.

İstanbul’da geçen günleri esnasında Osmanlıcaya hâkim ve Osmanlı döneminin tarihçilerinin tarafsızlığını öven Axak adlı Lehli bir hemşerisi ile tanışır. Seyyah, Topkapı Sarayı’nı ziyareti sırasında buradaki kubbe, minare ve servi ağaçları ile manzaranın şahaneliğine dikkat çekerek, Türk mimarisine göre yapılan saray avlusundaki çınar gölgeleri altındaki şadırvanları da belirtir. Raczynski, bu güzelliği resmetmek için saray nöbetçilerinden izin istemesine rağmen karşılık bulamaz. Ancak arkadaşı Fhurmann, sarayın duvarlarını adımları ile ölçüp, yüksekliğini nöbetçilerden öğrenir ve dış avluya iki kez ziyaret yaptıktan sonra Topkapı Sarayı’nı resmetmeyi başarır. Seyyah, Türk mimari stilinde yapılan Süleymaniye ile Sultan Ahmet Camilerini, Ayasofya’nın başarılı bir taklidi olarak görmektedir.

Seyyah, gezi esnasında tarihî eserleri gözlemlerinin yanı sıra genel konulara da değinir. Topkapı Sarayı’ndaki hiyerarşiye, Osmanlı müesseselerinin işleyişi, devletin idare yapısına da değinerek, Roma ve Bizans dönemlerinde gerçekleşen savaşları, buradaki güç dengelerini, elim hadiseleri, Türklerdeki hamam kültürü, İstanbul’un fethinde Fatih’in askerî manevralarını da anlatır. İstanbul’da baş gösteren veba salgını ve yangınlar hakkında da bilgi verir. İstanbul’un kalabalık olmasıyla insanların iaşesinin karşılanmasında aksama olmadığına dikkat çeken Raczynski, stratejik yapısı itibarıyla buradaki deniz akıntılarının gemi ticaretinin canlı olmasına katkı sağladığını söyler. Raczynski, veba salgını etkilerinin devam ettiği yıllarda İstanbul’da insanlardan uzak olmaya çalışırken, Osmanlıların bu gibi hastalıklar karşısında ilahi kadere boyun eğmelerine dikkat çekerek, acılı günlerinde bile kendilerine hâkim olabilmelerine hayran kaldığını ifade eder.

ÇANAKKALE’YE GİDİŞ

İstanbul’da kaldığı bir aylık zaman zarfında tarihî mekânlara uğrayan seyyah, insanlık tarihinin son derece önemli yerlerinden olan Çanakkale‘ye de gitmeye karar verir. Eylül ayında Üsküdar’a gelerek buradan Kadıköy’e ve Anadolu yakasındaki Kınalıada, Burgazada ve Heybeliada güzergâhı üzerinden gemiyle yol alır. Seyyahın bulunduğu gemi, Çanakkale güzergâhında ilerlerken Yeşilköy, Marmara Ereğlisi, Tekirdağ ve Kumbağı’nda fırtına nedeniyle demir atmak zorunda kalır. Havanın elverişli olmasıyla ilerleyen gemi Lapseki’ye ulaşır. Ramazan Bayramı’na tesadüf eden günlerde seyyah, buradan Bozcaada’ya devam eder. Buradaki tarihî eserlere, madeni paralara ve bunlar gibi arkeolojik kalıntılara dair izlenimlerini kaydederek Midilli Adası’na geçmek için tekrar yola koyulur. Gemideki seyahat esnasında kaptan gemideki yolculara hitaben seyyahın bu seyahatinin amacının farklı olup, onun bir antika para toplayıcısı olduğunu söyleyince seyyah da hiddetlenerek amacının bu bölgelerde savaşan ve tarihe karışan, Avrupa’nın da tamamının ilgisini çeken, 3000 yıl önce buralarda yaşayan kendi atalarının bıraktığı eserleri tanımak olduğunu söyler. Midilli’de geçen günlerinde buranın tarihsel süreçteki değişimine, adanın doğal manzarasına ve zeytin ile üzüm bağlarına dair tarımsal faaliyetlere değinir. Ayrıca burada yaşan Müslüman ve Rum halkın sosyal yaşantılarında bir sıkıntı olmaksızın ibadetlerini yaptıklarına dikkat çekmektedir. Seyyah, buradan dönüş güzergâhını bugünkü Behramkale yakınlarındaki tarihî Assos Antik Kenti’ne çevirir. Burada tarihî Assos Kalesi, harabeler ve antik tiyatroyu ziyaret etmeden gitmez. İki haftalık Çanakkale gezisinden sonra İstanbul’a geri dönen seyyah, yine fırtına nedeniyle güzergâhta Türklerin savaşta kullandığı hançer ve kılıçların imal edildiği Babakale (Ayvacık), Dalyan Köyü (Ezine) ve Yenişehir köyünde (Gelibolu) de durmak zorunda kalır. Ormanlarının manzarası ile meşhur Kazdağlarını çevreleyen Troya antik kentine ait kalıntıların yer aldığı köyleri tek tek merakla gezen seyyah, arkeolojik buluntulara ve harabelere dair gözlemlerini notlarına kaydeder.

İstanbul’a dönüş yolunda Çanakkale’de bir Rus konsolosun evinde verdiği ziyafette misafir olur. Türk usulüne göre hazırlanan yemekleri kaydeden seyyah, sofrada hazır bulunan yoğurtlu kabak dolmasını Osmanlıların çok sevdiğini belirtir. Ayrıca sofradaki limonlu yumurta ile pişirilen kebabın Leh damak tadına da uyacağını tavsiye eder. İstanbul’a hareketinde Gelibolu’da ikamet eden eski sadrazamlardan Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa’ya da misafir olur. Doğu ülkelerinde gördüğü kahve ikramına gelir gelmez burada da şahit olur. Gelibolu’dan İstanbul’a gelirken gördüğü zirai canlılıktan ve insanların çalışkanlığından bahseden seyyah, Avrupalıların Osmanlı halklarının fakir olduğu fikri konusundaki yanılgıyı da belirtir. Bununla beraber Türklerin misafirperverliği, işlerinde dürüst oluşu, aile fertleri arasındaki samimiyeti ve düşkünlere yardım için vakıflar kurmaları konusundaki sosyal hayattaki canlılığa da dikkat çeker. Avrupalıların kültür ve ilim konusunda Osmanlı halklarının yaşamını görmeden fikir beyan etmelerini, onları bilgisizlikle suçlamalarını da tenkit eder. Tekirdağ’da yolda gördüğü çeşmelerden dolayı insanların bu ülkede ne kadar hayırsever olduklarını belirtir. Silivri yolunda Türklerin atalarından kalma cirit oyunu oynamasına da şahit olur.

Silivri’de gördüğü bu hadiseden saatler sonra Küçükçekmece, Kemerburgaz yolu üzerinden akşamüzeri Beyoğlu’na varır. Burada halkın telaşlı bakışları arasında bir ev yangınına da şahit olur. Seyyah İstanbul’daki son günlerinde şehirde yer alan surların uzunluğunu görmek için gittiği güzergâhta önce Eyüp Sultan Camii’ne sonra da Galata’da yer alan tekkelerdeki sufi grupları ziyarette bulunur. Yaklaşık iki ay kadar İstanbul’da kalan seyyah, hava şartlarının elverişli olmasına bağlı olarak Odessa’ya oradan da Polonya’ya dönüş hazırlığına 20 Ekim günü başlar. Ressam arkadaşı ile beraber dönüş yolculuğunda Karadeniz sularında fırtına nedeniyle çok badireler atlatan seyyah, Odessa’ya günler sonra ulaşır. Odessa’da veba salgını kontrolleri nedeniyle 27 Kasım’a kadar karantinada bekler. Günler sonra memleketine sağ salim ulaşır.

Yazar Hakkında

emre.ozcan@cubemedya.com'

TR Editör

Yorum Ekle