COVID-19 Gündem Sağlık

Kendine Yeten Ve Hazırlıklı Olan Ayakta Kaldı

Bilim Kurulu Üyesi Zeliha Koçak Tufan Yeni Koronavirüs İle Mücadele Hakkında Konuştu: ‘Kendine Yeten Ve Hazırlıklı Olan Ayakta Kaldı’

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi, Prof. Dr. Zeliha Koçak Tufan, koronavirüs ile mücadele döneminde tüm dünyanın çıkarması gereken en büyük dersin kendine yetebilmek olduğunu belirterek, “Yeterli insan kaynağı olan, ilaç ve malzeme tedarik edebilen, kendine yeten ve hazırlıklı olan ayakta kaldı.” dedi. Prof. Dr. Tufan, pandemiyle mücadelede gıda güvenliği, sağlıklı beslenme ve gıda katkı maddeleri, toksikoloji, enfeksiyon kontrolü, moleküler farmakoloji ve ilaç araştırmaları, biyo-savunma, epidemiyoloji gibi birçok alanda, disiplinler arası çalışmaların artırılması gerektiğini vurguladı.

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi olan, Prof. Dr. Zeliha Koçak Tufan yeni koronavirüsle mücadele yöntemleri, Türkiye’nin bu mücadelede aldığı yol, aşı ve ilaç geliştirme konularında görüşlerini paylaştı. Aynı zamanda Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyesi olan Prof. Dr. Tufan, yeni koronavirüs hakkında doğru bilinen yanlışların hastalıkla mücadeleye zarar verdiğini vurgularken bu bilgilerin “infodemi”, yani bilgi kirliliği şeklinde hızlıca yayılmasının toplum sağlığını tehdit ettiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Tufan ile yaptığımız röportaj yeni koronavirüs ile mücadeleye bir bilim insanın gözünden derinlikli bir perspektif sağlıyor. Türkiye’nin koronavirüse karşı yaptığı mücadelede, sağlık alanında yetişmiş nitelikli insan gücünün oldukça etkili olduğunu belirten Prof. Dr. Tufan, sosyal devlet anlayışının en üst düzey yaşandığı ülkelerden birinin Türkiye olduğunu söyledi. Prof. Dr. Tufan aynı zamanda KOVİD-19 ile mücadelede yapılan bilimsel çalışmalar, disiplinler arası işbirlikleri, alınan önlemler ve tedavi yöntemleri konularında çok konuşulmayan önemli noktalara değindi.

Korona pandemisinin tüm dünyaya verdiği en büyük dersler neler oldu?

Her alanda, her an hazırlıklı olmak. Sağlık, bilim, insan kaynağı, gıda, güvenlik… Ekranlarda izledik, sınırlar kapandı, bazı ülkelere ithal edilecek malzemelere başka ülkelerce el kondu. Kendine yeten ülkeler salgında başarılı süreç yürüttüler: Hastane yatak kapasitesi, sağlık personeli sayısı, ilaç ve aşı üretim tesisleri, kişisel koruyucu ekipman üretimi, günlük yaşam için gıda, kıyafet ne gerekliyse… Yeterli insan kaynağı olan, ilaç ve malzeme tedarik edebilen, kendine yeten ve hazırlıklı olan ayakta kaldı.

Pandemi sırasında diğer hastalıklar kenara çekilmedi, Afrika’da kızamık salgını, Kongo Cumhuriyeti’nde Ebola, Arabistan’da MERS, Meksika’da ve Brundi’de kızamık vakaları vardı. Gambiya’da iken bir öğrencinin çalışmasını okumuştum, anne ölümlerinin en sık nedeninin kan kaybına bağlı hipotansiyon olduğunu yazmıştı, bu devirde düşünemiyorum diyebilirsiniz. Kırsal kesimde sağlık merkezi ve sağlık personeli bulunmadığında, çok basit birkaç serum veya kan takviyesi ile kurtarılabilecek hayatlar kaybedilebiliyor bu tür ülkelerde.

Salgın dolayısıyla ilaç, aşı ve gıda tedarikinde zorluk yaşayan ülkeler oldu. Sadece koronavirüs hastaları için ilaçları kastetmiyorum. Günlük hayatta başka hastalıklar için kullanılan bir ilaç, bir serum, kan alınacak bir tüp… Bunların ithalinde sorun yaşandığında sağlık hizmetiniz aksar. Kendinize yetmeniz çok önemli. Nitekim pandemi sırasında diğer hastalıklar kenara çekilmedi, Afrika’da kızamık salgını, Kongo Cumhuriyeti’nde Ebola, Arabistan’da MERS, Meksika’da ve Brundi’de kızamık vakaları vardı. Gambiya’da iken bir öğrencinin çalışmasını okumuştum, anne ölümlerinin en sık nedeninin kan kaybına bağlı hipotansiyon olduğunu yazmıştı, bu devirde düşünemiyorum diyebilirsiniz. Kırsal kesimde sağlık merkezi ve sağlık personeli bulunmadığında, çok basit birkaç serum veya kan takviyesi ile kurtarılabilecek hayatlar kaybedilebiliyor bu tür ülkelerde. Sadece gelir düzeyi düşük ülkeler değil, ekonomisi iyi olmasına rağmen salgında sağlık personelini ve vatandaşlarını korumayan/koruyamayan da çok oldu. Ülkemiz sosyal devlet anlayışını tüm kurumlarıyla en üst düzeyde gösteren ülkeydi.

İNFODEMİYE DİKKAT!

Bilim ahlâkı ve bilimsel sorumluluk ilkelerini de düşündüğümüzde korona pandemisinin bilim dünyasına verdiği en büyük dersler nelerdir?

KOVİD-19 pandemisinde infodemik/ infodemi diye bir kavram sıklıkla gündeme geldi. Bunu aşırı bilgi bombardımanı ile problemin ve çözümünün tanımlanmasının zorlaşması olarak anlatabiliriz. Yani yalan, yanlış bilgi salgını veya bilgi kirliliği salgını da yaşıyoruz denebilir. Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu konuya defalarca dikkat çekti. Antonio Guterres’in paylaşımıyla da gündeme geldi. Objektif verilere ve kanıtlara dayanmayan hiçbir bilginin paylaşılmaması çok önemli. Hem sosyal medyada hem de akademik camiada yaşandı bu bilgi kirliliği. Sosyal medyada pek çok insan ilginç bulduğu her şeyi paylaştı. Korku, endişe, tedirginlik salgından daha hızlı yayıldı. Halbuki bu bir sorumluluk, dayanağı belli olmayan bilgiler paylaşıldığında zarar veriyor. Bu tür salgınlar, kargaşa oluşturmak isteyenler tarafından da kullanılabilir. Buna alet olunmamalı. Kaynakların doğru ve güvenilir olup olmadığı araştırılmalı. Bu salgınla birlikte sosyal medyada paylaşım sorumluluğuna da dikkat çekilmeye başlandı.

Sosyal medyada pek çok insan ilginç bulduğu her şeyi paylaştı. Korku, endişe, tedirginlik salgından daha hızlı yayıldı. Halbuki bu bir sorumluluk, dayanağı belli olmayan bilgiler paylaşıldığında zarar veriyor.

DOĞRU BİLGİYİ HASSASİYETLE AKTARILMALI

Doğru ve güvenilir bilgi kaynağı olarak akademisyenler, danışma kurulu ve bilim kurulu üyeleri tüm dünyada televizyonlarda izlendi. Bu çok önemliydi. Ancak bazı ülkelerde henüz meta-analizi, kontrollü çalışması olmayan veya yeterli hasta verisi yokken, tek yayın üzerinden bazı bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması ciddi sorun oldu. Günlük hayata etkisi henüz gösterilmemiş bulgular kamuoyu ile doğrudan paylaşılmamalıdır.

Örneğin virüsün bakır üzerinde ne kadar yaşadığı belki virologlar açısından önemli bir bilgidir ancak oradan insana bulaşının olup olmayacağı, hastalık oluşturmak için gereken virüs yükü gibi bilgiler olmaksızın bu bilginin verilmesi uygun değildir. Bu bilgi bile uluslararası ekranlardaydı. Topluma hangi bilgiyi nasıl verdiğiniz çok önemlidir. Bazı ülkelerde henüz meta-analizi, kontrollü çalışması olmayan veya yeterli hasta verisi yokken, tek yayın üzerinden bazı bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması ciddi sorun oldu. Günlük hayata etkisi henüz gösterilmemiş bulgular kamuoyu ile doğrudan paylaşılmamalıdır.

AKADEMİK İNFODEMİ BOMBARDIMANI!

İnfodeminin akademik ayağına gelince. Salgında verilerin tüm dünyadaki akademisyenlere ulaşması çok önemliydi, zamanla yarışılıyordu. Ancak özellikle ilaç tedavisi, entübasyon zamanı ve profilaksi gibi konularda her çıkan yayının sonucunu hemen uygulanmaya kalkılması sorun teşkil edebilirdi. NEJM’de, Lancet’de, Science’da veya Nature’da çıkan bir makale hiç süzgeçten geçirilmeden birkaç saat içinde uluslararası kanallarda haberlerde anlatıldı. Halbuki bu yazılar salgın sürecinde hızlı çıkarılmış ve bazılarının metodolojisi ve kaynakları akademisyenlerce sorgulanmaktaydı. Örneğin NEJM’de 1 Mayıs’ta yayımlanan “kardiyovasküler hastalıklar, ilaç tedavisi ve COVID-19” konulu bir makale o kadar sorgulandı ki bir ay sonra, 2 Haziran’da derginin editörü tarafından konunun araştırıldığına dair Expression of Concern yayımlanmak zorunda kaldı. İki gün sonra da yazı geri çekildi. Aynı şekilde Lancet’de hidroksiklorokinin kullanımıyla ilgili bir makale geri çekildi. Bazı akademisyenler ve yayınları çıkar gözetmekle suçlandı.

İnfodeminin akademik ayağına gelince… NEJM’de, Lancet’de, Science’da veya Nature’da çıkan bir makale hiç süzgeçten geçirilmeden birkaç saat içinde uluslararası kanallarda haberlerde anlatıldı. Halbuki bu yazılar salgın sürecinde hızlı çıkarılmış ve bazılarının metodolojisi ve kaynakları akademisyenlerce sorgulanmaktaydı.

Bilim Kurulumuzun en baştan itibaren her türlü yayını değerlendirerek, rehber güncellemeleri yapması ve tedaviye yön vermesi bu anlamda gerçekten ülkemiz için çok yararlı oldu ve diğer ülkeler için de önemli bir model teşkil etti. Salgının başlangıcında her yayımlanan yazı hızla sosyal medyadan tüm hekimlere ulaşıyor ve metodoloji sorgulanmadan sonuçlara odaklanılıyordu. Şu anda normale dönmeye başlandı, veri kaynakları ve metodoloji inceleniyor, bilgi güvenilirliği sorgulanıyor. Bizim Bilim Kurulumuzun en baştan itibaren her türlü yayını değerlendirerek, rehber güncellemeleri yapması ve tedaviye yön vermesi bu anlamda gerçekten ülkemiz için çok yararlı oldu ve diğer ülkeler için de önemli bir model teşkil etti. Verileri değerlendirirken mutlaka akademisyen ve klinisyenlerin kendi süzgecinden geçirmesi, tıbbi bilgi ve birikimi ile yorumlaması gerektiği ayrıca farklı alanlarla konsültasyonun önemi de tekrar anlaşıldı.

Korona sonrası dönemde sizce bilim, sağlık ve AR-GE alanlarında dünya genelinde niceliksel ve niteliksel olarak nasıl değişimler olacak? Bu alanlarda yapılan yayınlar ve işbirlikleri artacak mı?

Hâlihazırda farklı endikasyonlarda kullanılan ilaçların KOVİD-19’da kullanımı ile ilgili çalışmalar ve yayınlar uzun süre devam edecektir diye düşünüyorum. Tamamen yeni ilaç geliştirmek kısa vadede zor olduğundan yeni ilaç çalışmaları daha sınırlı sayıda olacaktır. Bunun yerine yan etki profili zaten bilinen ilaçların kullanımı kısa vadede tabi ki tüm ülkelerde öncelikli olacaktır, şimdiye kadar oldu da. KOVİD -19’da pek çok antiviralin yanı sıra anti paraziter ajanlar ve immünomodülatörler de farklı protokollerde denenmeye ve kullanılmaya devam etmekte. Yeni ilaç üretimi ve aşı geliştirilmesi konuları da fon sağlayıcılara bağlı olarak artacaktır. Aşı çalışmalarını takip eden Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’na (London School of Hygiene and Tropical Medicine) göre dünya genelinde KOVİD -19 için 176 aşı adayı var, bunların 164’ü pre-klinik yani klinik öncesi aşamada, yedisi faz I, dördü faz I/II, bir tanesi de faz II aşamasına ulaşmış durumda. Tabi mevcut aşılarla ilgili deneyimimize göre aşı çalışmaları umulan sonucu verecek mi vermeyecek mi zaman içerisinde göreceğiz. Klinik ve emniyet çalışmalarının sonuçlarını görmeden yorum yapmak uygun olmaz.

Tamamen yeni ilaç geliştirmek kısa vadede zor olduğundan yeni ilaç çalışmaları daha sınırlı sayıda olacaktır. Bunun yerine yan etki profili zaten bilinen ilaçların kullanımı kısa vadede tabi ki tüm ülkelerde öncelikli olacaktır, şimdiye kadar oldu da.

Aşı ya da ilaç geliştirmek neden uzun sürüyor? Bir aşıyı ortaya çıkarmak için yapılan çalışmanın hangi aşamalardan geçmesi gerekiyor?

Her hâlükârda salgın dolayısıyla bilimsel araştırmalara yönelik farkındalık arttı. Temel bilim araştırmalarının, ilaç ve aşı çalışmalarının ekosisteminin gelişeceği, gençlerin bu alanlara ilgi göstereceği, insan kaynağının nitelik ve nicelik olarak artacağını öngörmek mümkün. Ancak AR-GE yatırımlarında beklenen artış olacak mı bunu ülkelerin yakın ve uzun vadedeki ekonomik durumu belirleyecek sanırım. Nitekim geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu bütçe önerisini açıkladı ve beklenenden daha azdı. EUA, üniversitelerin topluma ve ekonomiye katkısını hatırlatarak, “Erasmus +” ve “Horizon Europe” programları için beklediğinden düşük bütçe artışı önerisini eleştirdi. Salgın küresel boyutta ve halen devam ediyor, ekonomiye etkileri her ülkede farklı boyutlarda da olsa AR-GE yatırımlarında da hissedilecektir.

Her hâlükârda salgın dolayısıyla bilimsel araştırmalara yönelik farkındalık arttı. Temel bilim araştırmalarının, ilaç ve aşı çalışmalarının ekosisteminin gelişeceği, gençlerin bu alanlara ilgi göstereceği, insan kaynağının nitelik ve nicelik olarak artacağını öngörmek mümkün. Ancak AR-GE yatırımlarında beklenen artış olacak mı bunu ülkelerin yakın ve uzun vadedeki ekonomik durumu belirleyecek sanırım.

Tamamen yeni bir ilaç geliştirilmesi zorlu bir süreç. Binlerce molekülden ancak biri ilaç oluyor. Fikrin doğuşundan ruhsatlandırma aşamasına kadar farklı aşamalarda yoğun çalışma gerektiriyor. Bileşiklerin sentezlenmesi, formüllerin geliştirilmesi, aday ilaçların sentezlenmesi, emniyet çalışmaları, gönüllülerle yapılan çalışmalar… Mükemmel bir aday ilaç bulmuşsunuzdur, laboratuvar ortamında harikadır ancak in-vitro çalışmalarla in-vivo çalışmalar çok farklı seyreder, emniyet çalışmalarından geçemezse elenir. Her aşamada elenebilen binlercesini ele alın. Ruhsatlandırma sonrası klinik kullanımda da beklenmeyen yan etkiler görülebilir ve düzeyine göre ilacın toplatılmasına neden olabilir. Nitekim aynı ilaç, bağlandığı bir reseptör veya dönüştüğü başka bir molekül nedeniyle genetik yapısı farklı insanlarda bambaşka etkilerle karşınıza çıkabilir. Bütün bunları göğüsleyebilmeniz gerek. Maliyet, ilaca göre değişmekle birlikte 10 yılı ve fazlasını bulabilen bir yatırımla 800 milyon-1 trilyon dolar civarında olabiliyor. Aşı çalışmalarının maliyeti de çok değişkendir, klinik çalışmalara kadar gelmesi 137 milyon ile 1.1 trilyon dolar arası hesaplanmış bir çalışmada. Başarısız denemeler ile klinik öncesi çalışmalar, faz çalışmaları, sahaya ulaştırılması ve takibi toplamda bir kaç trilyonu bulabiliyor ve yıllar sürüyor. RNA veya DNA aşısının maliyeti ile protein subuniti içeren veya viral vektör aşılarının maliyeti de farklı. Aşı geliştirmede tek sorun maliyet değil tabi ki. Vücudun üretilen aşıya vereceği cevabın da saptanması gerekiyor. Beklenmedik etkilerle karşılaşabilirsiniz. Yan etkiler de çok önemli. Nitekim aşının kitlesel uygulanacağı düşülürse yüzde 1 gördüğünüz bir yan etki 1 milyon aşı uygulandığında 10 bin kişide görülecektir. O yüzden klinik öncesi de sonrası da tüm çalışmaları ve uygulamaların titizlikle takibi gerekiyor.

Yerli ilaçların ve aşıların geliştirilmesini kolaylaştırmak için neler yapılmalı? Aslında her şeyden önce bu bir kültür ve ekosistem gerektiriyor. Yetişmiş eleman eksiği, yetişmiş eleman olan branşlarda istihdam sorunu ve yetişmiş eleman istihdam edildikten sonra odaklanılan projelerin sıklıkla alanlarından farklı olması sürekli karşılaşılan sorunlar. Klinik araştırmalar ve ilaç çalışmalarında bürokratik basamakları hızlandırıcı, araştırmacılara kolaylık sağlayan iyileştirmeler ivedilikle değerlendirilmeli. Sadece ilaç geliştirme değil, özellikle biyobenzer üretimi için gerekli basamaklara dikkat çekilmeli. İlaç olarak sadece antiviral değil, tüm ilaçlardan bahsediyorum. Nitekim dışarıdan ilaç temininde zorluk yaşayan ülkeler bu salgında çok zorlandı. Kendi imkânları ile sahaya ilaç sağlayan ülkeler ise rahat etti. Üç kuruşa alacağını beş kuruşa niye üretirsin mantığını savunanlar kaybetti. Yerli ve milli üretimi savunanlar kazandı. Bu konu çok uzunca konuşulabilecek bir konu. Ancak genel olarak nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi, yetişmiş insan kaynağının bir araya getirilerek fırsat tanınması, gerektiğinde yabancı istihdamının kolaylaştırılması, bürokrasinin azaltılması, hedefe yönelik alt yapı yatırımının yapılması, kaynakların etkin kullanımı ve fon sağlanması şeklinde başlıkları söylemekle yetinelim.

‘YERLİ VE MİLLİ ÜRETİMİ SAVUNANLAR KAZANDI’

Yerli ilaç ve aşıların geliştirilmesinin kolaylaştırılması için nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi, yetişmiş insan kaynağının bir araya getirilerek fırsat tanınması, gerektiğinde yabancı istihdamının kolaylaştırılması, bürokrasinin azaltılması, hedefe yönelik alt yapı yatırımının yapılması, kaynakların etkin kullanımı ve fon sağlanması gerekiyor.

TEMİZLİK HASTALIK HALİNE GELMESİN

Olası salgınlar için topluma yönelik ne tür çalışmalar ve hazırlıklar yapılmalı? Herhangi bir salgında ilk anda önemli olan konular doğru bilgiye ulaşım, hızlı tanı, kaynağın, etkenin, bulaş yolunun, etkilenenlerin tanımlanması ve tabi ki vaka sayısının artmasına engel olmak için korunma önlemleridir. Sağlık sisteminizin, AR-GE merkezlerinizin, ilaç ve malzeme tedarikçilerinizin hazır olması gerek. Tüm bunlar olurken topluma sürekli bilgi vermek ve şeffaf olmak önemli. Enfeksiyon hastalıkları sürekli günlük hayatta yer bulan bir konu, toplum ne kadar bilgi sahibi olursa salgın dönemlerinde de o kadar rahat edilir.

Toplumu hazırlarken profesyonellerle çalışmalı. Sağlık okuryazarlığı çok önemli. Bakteri nedir, virüs nedir, soğuk algınlığı nedir, doğru ve akılcı ilaç kullanımı, doğru beslenmenin ilkeleri, gıda katkı maddeleri… El hijyeni bile basit gibi görünür ama doğru uygulayan sayısı sınırlıdır, ya aşırı gidilir ya yanlış yapılır. Önlemlerde aşırı gitmenin koruduğunu zanneden, hastanelerde uygulanacak önlemleri evde uygulayan bir kitle var. Virüsten daha fazla koruduğunu düşünerek sokakta N95 maske takanlar var. Halbuki o maskeler günlük kullanım için tasarlanmamıştır, uzun süre nefes aldığınızda akciğerleriniz çok yorulur; hastane ortamında, virüs yüküne yüksek maruziyet oluşturan durumlarda kullanılması önerilir. El hijyeni yapacağım diye gereksiz ve çok fazla sıklıkta el dezenfektanı kullanmaktan normal florasını bozan, çocuklarında temizlik hastalığı gelişmesine yol açan insanlarla karşılaşıyoruz. Diyelim ki kişi kendi evinde, dışarıyla bağlantısı yok, oturduğu, çalıştığı masada sürekli eline kolonya döküyor, evde olmasına rağmen sürekli çocuklarının ellerine dezenfektan sürüyor. Halbuki KOVİD-19’da el hijyeninin öneminden kasıt, olası bir bulaşma sonrası virüsü elinizle yaymamanız ve elinizi ağzınıza burnunuza götürerek kendinize bulaştırmamanız içindir. Virüs elden kana geçmiyor. Önemli olan dışarıda bulunduğunuz sırada bir yerlere temas edildikten sonra veya kirlendiğinde ve eve geldiğinizde el hijyeni uygulamaktır. El antiseptiği dışarıda kullanım kolaylığı sağlar ve etkilidir. Evde iken de yine kirlenme olduğu veya dışarıdan gelen bir malzeme ile temas sonrası ellerinizi yıkarsınız.

Virüsten daha fazla koruduğunu düşünerek sokakta N95 maske takanlar var. Halbuki o maskeler günlük kullanım için tasarlanmamıştır, uzun süre nefes aldığınızda akciğerleriniz çok yorulur; hastane ortamında, virüs yüküne yüksek maruziyet oluşturan durumlarda kullanılması önerilir. El hijyeni yapacağım diye gereksiz ve çok fazla sıklıkta el dezenfektanı kullanmaktan normal florasını bozan, çocuklarında temizlik hastalığı gelişmesine yol açan insanlarla karşılaşıyoruz.

Doğru bilgi kendinizi kontrol etmenizi sağlar, paniği engeller. Yine hem bulaş yollarının hem hastalığın semptomlarının bilinmesi önemli. KırımKongo kanamalı ateşi hastalarımızı taburcu ettikten sonra tamamen tedavi olmuş kişilere bile aylarca yakınlarının yaklaşmadığı, toplumda ayrımcılığa maruz kaldıklarını duyardık. Halbuki biz her gün hastanede çalışıyorduk, bu hastaları tedavi ediyorduk ve bulaştırıcılığı en yüksek dönemde bile onlar kadar endişemiz yoktu. Peki neden? Hastalığı öğrenmiştik, hastalara nasıl yaklaşacağız nasıl tedavi edeceğiz nasıl korunacağız, biliyorduk. Bilgi güçtür. KOVİD-19 hastaları için de stigma yani ayrımcılığa karşı epeyce doküman yazıldı.

TÜRKİYE’NİN KOVID-19 PORTALLARI GÜNCEL BİLGİLER SAĞLIYOR

Ülkeler salgınlarla mücadelede kurumsal olarak nasıl yapılanmalara gitmeli? Bu konuda Türkiye’den veya başka ülkelerden verebileceğiniz örnekler var mı? Dünyada herhangi bir yerde salgın olduğunda pek çok bulaşıcı hastalıklar uzmanı, enfeksiyon hastalıkları uzmanı öncelikle Amerika’daki “Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi” yani CDC’nin (The Centers for Disease Control and Prevention) salgınlar dışında seyahat sağlığı ve koruyucu sağlık dahil pek çok alanda halk düzeyinde ve klinisyen düzeyinde bulabileceğiniz güncel bilgiler sağlıyor. Ancak sadece bu değil; laboratuvarları aktif, sahada aktifler. Güncel bilgilendirme konusunda bu salgında Sağlık Bakanlığımız da gerçekten sürekli güncel bilgi sağladı. TÜBİTAK, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlarımız KOVİD-19 portalları oluşturdular. Kızılay, AFAD gibi doğrudan sahada çalışan kurum ve kuruluşlarımız yine önemli rol üstlendiler. Bulaşıcı hastalıklarda ulusal merkezler çok önemli. Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi bizde çok güzel bir modeldi. Şimdi farklı genel müdürlükler ve daire başkanlıkları ile bir kısım faaliyetleri yürüyor. Keşke yeniden, yeni ve günümüz şartlarına uygun laboratuvar alt yapıları ile bir kompleks şeklinde bir benzeri planlansa. Salgınlarla mücadelede hazırlıklı olmak çok önemli. Güncel bilginin takip edilmesi, erken uyarı sistemlerinin kullanılması, insan kaynağının yetiştirilmiş olması, dünyadaki salgınların takip edilmesi, ilaç ve malzeme tedarikinde gerekli girişimlerin yapılması, AR-GE faaliyetlerine ve üniversite-sanayi işbirliklerine bu anlamda yer verilmesi yani her açıdan hazırlıklı olunması gerekli.

TÜRK SAĞLIK PERSONELİ BÜYÜK BİR İŞ BAŞARDI

Türkiye’nin korona pandemisi sürecini, özellikle diğer ülkelerle kıyasladığımızda, nasıl yönettiğini düşünüyorsunuz? Türkiye’nin bu süreçte diğer ülkelere nazaran avantajları neler oldu? Ülke olarak hazır bulunuşluğumuzun yüksek olduğunu, süreçleri dinamik bir şekilde tüm kurumların hızlı etkileşimiyle ve olabilecek en iyi şekilde yönettiğimizi düşünüyorum. Yakın ve uzak gelecekte alınan tedbirler ve sonuçları değerlendirilecek ve tartışılacaktır. Ancak salgını yaşamak başka bir şey. Bazen günler, bazen saatler içinde değişen bulgulara göre hem sağlık hizmet sunumunda hem de toplum nezdinde alınacak tedbirlere karar vermek zorlu bir süreç. Sağlık personelimizin hasta bakma kapasitesinin yüksek olması ve hiçbir ülkede bulamayacağınız adanmışlıkları bence en üst sırada zikredilmesi gereken ayrıcalığımız. Bunu çok samimi söylüyorum. İtalya’dan bir yoğun bakım hemşiresinin salgında hasta yoğunluğu nedeniyle ağladığı bir video paylaşıldı. Yıllarca bizim doktorlarımız, hemşirelerimiz hep yüksek sayıda hasta baktı, baktık. Elbette iyileştirmeler yapıldı, sağlık personeli sayısı arttıkça sağlık personeli başına düşen hasta sayısı azaldı. 1990’larda bir hekim başına binin üzerinde hasta düşerken şu an 500’ün altında. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 165 binin üzerinde hekim, 200 binin üzerinde hemşiremiz var; bu sayı 90’ların başında hekimler için 50 bin, hemşireler için 44 bin civarındaydı. Yine de OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında mezun sayımız artmakla birlikte henüz sayımız yeterli değil. Sağlık hizmet sunumuna ulaşma kolaylığı, bazen gereksiz başvurular, bazen de mükerrer başvuruların da etkisiyle hasta yoğunluğu devam ediyor. Salgında yüksek sayıda hastayla karşılaştığında durma noktasına gelen, tıkanan, sağlık hizmeti veremeyen pek çok ülkeyle karşılaştırıldığında bizim sağlık personelimiz inanılmaz bir performans sergiledi. Elbette hastane yatak kapasitelerinin, yoğun bakım kapasitelerinin artışı ve şehir hastanelerinin yapılmış olması ülkemize avantaj kazandıran diğer hususlardı.

Sağlık personelimizin hasta bakma kapasitesinin yüksek olması ve hiçbir ülkede bulamayacağınız adanmışlıkları bence en üst sırada zikredilmesi gereken ayrıcalığımız.

Salgında akademisyenlerimizin ve üniversitelerimizin de çok büyük rolü oldu. İnsan kaynağınız çok, çok, çok önemli! Salgının ve etkilerinin analizi, her alanda verilecek reaksiyonlar, bunların sonuçlarının takibi, toplumun bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi, hepsi nitelikli insan kaynağınızla ilgili. Farklı üniversitelerden akademisyenlerden oluşan Bilim Kurulu salgının yönetiminde güncel verilerin takibi ve mevcut durum analizi ile 7/24 danışmanlık sağladı. Pandemide tarımdan ticarete her alan etkilenir. Sadece sağlık profesyonelleri değil, ekonomistler, bilişim uzmanları, beslenme uzmanları, sosyologlar, psikologlar… Salgında herkesin uzmanlığına ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Devletimizin pek çok kurumu farklı akademisyenlerle çalıştı. Eğitim de en çok etkilenen alanlardan biriydi. UNESCO verilerine göre iki ay önce 188 ülkede okullar ülke genelinde kapalıydı. Bunların bir kısmı açılmaya başladı. Bizde de ilk vakanın görülmesinin akabinde 16 Mart’tan itibaren okullar tatil edildi ancak hemen akabinde 23 Mart’ta dijital platformda eğitim başladı. Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç başkanlığında, hem YÖK’te hem de üniversitelerimizde çok hızlı ve dinamik süreçler yürütüldü.

HER ALANDAN UZMANA İHTİYAÇ VAR

Salgın süresince gıda güvenliği, sağlıklı beslenme ve gıda katkı maddeleri, toksikoloji, enfeksiyon kontrolü, moleküler farmakoloji ve ilaç araştırmaları, Biyolojik Radyolojik Nükleer Savunma (KBRN), epidemiyoloji gibi alanlar çok konuşuluyor. Bu alanları yıllar önce DSÖ, UN, UNESCO, CDC, EUA gibi uluslararası kurum ve kuruluşların çalışmalarını ve raporlarını inceleyerek ülkemiz verileriyle karşılaştırıp öncelikli alanlara eklemiştik ve bu öncelikli alanlarda insan yetiştirilmeye başlanmıştı bile.

Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç başkanlığında, hem YÖK’te hem de üniversitelerimizde çok hızlı ve dinamik süreçler yürütüldü. Sekiz milyona yakın öğrenci sayısıyla binlerce programı bir anda dijital ortama çekmek kolay bir iş değil. Bu konuda rektörlerimiz, dekanlarımız, akademisyenlerimiz çok çalıştılar. Sayın Başkan Saraç’ın Yeni YÖK başlığı altında yürütülen Dijital Dönüşüm Projesi ile daha önceden binlerce öğrenciye ve akademisyene ders verilmiş olması hazır bulunuşluğu artırdı. Yine biyosavunmadan moleküler ilaç araştırmalarına kadar “YÖK 100/2000” ve “Yurtdışı Araştırmacı Bursları” (YUDAB) ile öncelikli alanlarda insan kaynağı yetiştirilmeye başlanmıştı. Bu çalışmalara başlanmış olması önemliydi, şu an sıfırdan başlamıyoruz. Salgın süresince gıda güvenliği, sağlıklı beslenme ve gıda katkı maddeleri, toksikoloji, enfeksiyon kontrolü, moleküler farmakoloji ve ilaç araştırmaları, Biyolojik Radyolojik Nükleer Savunma (KBRN), epidemiyoloji gibi alanlar çok konuşuluyor. Bu alanları yıllar önce Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Birleşmiş Milletler (UN), Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) ve Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) gibi uluslararası kurum ve kuruluşların çalışmalarını ve raporlarını inceleyerek ülkemiz verileriyle karşılaştırıp öncelikli alanlara eklemiştik ve bu öncelikli alanlarda insan yetiştirilmeye başlanmıştı bile. Bu alanlar her dönem belli oranlarda güncellenmektedir. Bu çalışmalar çok daha uzun yıllar önce de başlayabilirdi. Akademimizin bazı alanları hala çok konservatif, disiplinler arası çalışmaların artırılması gerekiyor. Bu konuda da epeyce gelişme kaydedildi ama daha alınacak yol var. Klinik branşlarla ilgili alanlarda açılan doktora programları da yetişmiş insan kaynağına farklı bir yönde katkı sağlamaktadır. Örneğin enfeksiyon hastalıkları ve halk sağlığı hocalarımızla yürüttüğümüz disiplinler arası “Enfeksiyon Hastalıklarının Epidemiyolojisi” doktora programı şu an üçüncü yılında… Temel bilimlerle klinisyenlerin, mühendislik alanlarının, sosyal bilimlerin farklı konularda daha çok işbirliği yapması gerek. İnsan kaynağınız olmadan alt yapınızı güçlendiremezsiniz. Sonuç olarak gerek dijitalleşme yönünde yapılmış olan çalışmalar gerekse öncelikli alanlarda nitelikli insan kaynağını artırmaya yönelik başlamış olan çalışmalar hazır bulunuşluğu artıran hususlardı.

Hayatımızın birçok alanını bu süreçte dijital araçlarla yönetiyoruz. Pandemi kapsamında alınan tedbirler uyarınca üniversite dersleri dijital ortamda yapıldı. Dijital ortamda yapılan eğitimin avantajları ve dezavantajları neler? Uzaktan eğitim programları ve açık öğretim programları zaten sistemimizde mevcuttu. Bunlar çeşitli nedenlerle örgün eğitime devam edemeyen kişiler için alternatif sunuyor. Ayrıca farklı bir programdan mezun olup kişisel gelişimi için de bu programlara devam edenler için bir seçenek. Örgün eğitim programlarında dijital ortamda ders yapılması ise bu salgın döneminde yaygın kullanıldı ve eğitimin devamı için alternatif bir imkân sağladı. Dünyadaki öğrencilerin yüzde 90’ından fazlası salgın süresince evde olduğu için, dijital ortamda öğrenme tüm dünyada çok önemli bir aşamaya girdi. Küresel kurum ve kuruluşlar da dijital eğitime destek verdi. UNESCO, farklı yönetim sistemleri, öğretmenler için araçlar, psikolojik destek gibi dijital öğrenmeyle ilgili birçok konuda kaynakları olan bir web sitesi ile güncel bilgi sağladı. Avrupa Uzaktan Eğitim Üniversiteleri Birliği’nin (EADTU) çalışmaları var. Avrupa Komisyonu dijital öğrenmeyi destekliyor, Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA), bu konuda yazılar kaleme aldı. Genel çerçevede baktığımızda ise örgün eğitimden sadece dersleri anlamamalıyız. Yükseköğretim kurumları sadece ders verilen ve ders alınan yerler değildir. Sosyal etkileşimin olduğu, öğrenci ve öğretim üyelerinin ders dışı da kulüp faaliyetleri veya çeşitli projelerde etkileşimde olduğu, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerin yapıldığı, bilgi ve görgünün artırıldığı kurumlardır. Kampüs yaşamı bu açıdan önemlidir. Hatta şahsi görüşüm, öğrencilerin ulusal ve uluslararası değişim programları ile de rutinin dışında uygulamaları ve kültürleri mutlaka müşahade etmesi gerektiği, farklı kampüslerin havasını teneffüs etmesi yönündedir. Ne kadar çok kişi ile karşılaşılır, farklı ortamlar görülürse o kadar karakterleri de gelişir. İnsanlarla ve mekânlarla doğrudan etkileşim çok önemli. Akademisyenler için bile böyledir. Başarılarıyla tanınan bazı üniversiteler “inbreeding” yapmaz, kendinde doktora yapmış olanı doğrudan akademik kadroya almak istemez. Başka üniversitelerde çalışma yapmasını, deneyim kazanmasını ister. Bakıyorsunuz tüm hayatını aynı yerde geçirmiş kişiler diğerleriyle karşılaştırıldığında hoşgörü sınırları bile farklı olabiliyor.

Dijital ortamın örgün eğitimin yerini tam olarak tutmasını bekleyemeyiz. Yine de çok ciddi avantajlar sağladığı muhakkak. Ne olursa olsun dijital ortamda dersler gelişerek artacaktır ve salgın sonrasında da yaygın kullanılacaktır. Yerleşke veya zaman sıkıntısı olduğu durumlarda veya iklim koşullarının el vermediği durumlarda ders ve toplantılar için eskiye göre daha yaygın kullanılacaktır. Yine hastalandığı için derse devam edemeyen veya vize problemi dolayısıyla memleketine gitmek durumunda kalan bir yabancı öğrenciye derse devam imkânı sunacaktır. Engelli öğrencilerimiz için de ileride daha geliştirilerek kullanılacaktır. “Epidermolisis büllosa” hastası bir engelli öğrencimiz evden örgün eğitime devam etmeye çalışıyordu, şimdi arkadaşları de kendisi gibi online sınıfta olduğu için dijital ortamda eğitimden çok memnun. Tabi sadece ön lisans, lisans programları için düşünmemek gerek. Lisansüstü eğitimde de yurtdışından veya farklı bir üniversiteden ders almak isteyenler için daha geniş fırsatlar olacaktır. Bu konuda halihâzırda salgında yaşanan deneyim çok önemli. Kitlesel bir simülasyon gibi düşünebiliriz, farklı ülkelerde onlarca yüzlerce program kullanıldı. Dijital ortamda eğitimin farklı kullanım alanları ve modeller oluşturulurken bu salgında oluşan deneyim yön gösterici olacaktır.

‘‘COVID-19 ÖZEL SAYISI’NDA FARKLI ÜLKELERDEN PERSPEKTİFLER VAR’’

TÜBİTAK Turkish Journal of Medical Sciences Dergisi ‘COVID-19 Özel Sayısı’ çıkardı. Siz de derginin bu sayısında editör olarak görev aldınız. Bilim Kurulu üyeleri ve yabancı akademisyenlerin makaleleri sayıda yer aldı. Derginin bu sayısı bu dönem için nasıl bir perspektif sağlıyor? DSÖ tarafından Küresel Acil Durum ilan edildiği ocak ayının son günlerinden itibaren dünya salgını daha çok konuşmaya başlamıştı. Hastaların nasıl yönetileceği ve salgının nasıl seyredeceği en çok üzerinde durulan konulardı. DSÖ heyetinin Çin’i ziyareti ile bazı raporlar paylaşılmıştı ancak farklı konularda literatür taramaları yoğundu. Sağlık Bakanlığının Bilim Kurulunu çoktan oluşturmuş olması çok büyük bir avantajdı. Bilim Kurulu hem rehberde güncellemeler yapıyor hem de yeni ortaya çıkan soru ve sorunlara çözümler üretiyordu. Ben de o dönemde yurtdışından akademisyenlerle yazışıyor ve durum değerlendirmesi yapıyordum. Pek çok ülkenin bizim gibi yüksek sayıda enfeksiyon hastalıkları uzmanı yok. Türkiye’de bin 500 üzerinde enfeksiyon hastalıkları uzmanı var, yıllardır enfeksiyon kontrol komiteleri belli protokoller çerçevesinde çalışıyor, eğitimli enfeksiyon kontrol hemşirelerimiz var, bakanlıkta ilgili birimler ve takip sistemleri var. Bir kültür var yani. Halk sağlığı gibi diğer alanlarımız da kuvvetli… Ülkemizin takip eden değil takip edilen olmasını çok önemsiyorum. Diğer ülkelere de salgın döneminde yardımcı olabilecek belli başlıkları ele alarak yazalım istedik. Bilim Kurulu üyelerimiz olumlu karşıladı. Sağ olsun TÜBİTAK Başkanımız Sayın Prof. Dr. Hasan Mandal bu konuya büyük destek verdi ve “Turkish Journal of Medical Sciences” (TJMS) dergisinde özel sayı olarak çıkarılması kararlaştırıldı. Bilim Kurulu üyelerimiz tam salgının yoğun yaşandığı o dönemde gece gündüz çalışırken bu yazılara ayrıca vakit ayırdılar. Üyelerimizin alanlarına göre konu dağılımlarını yaptık.

Pandeminin farklı alanları etkilemesi dolayısıyla, dergi tıp alanında akademik bir dergi olmasına rağmen tıp dışı konulara da yer verdik. O dönemde ve hâlen çok tartışılan DSÖ, gibi kurumların, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşların rollerini biz yazdık. Karantinanın hukuki boyutunu, bilim kurulu üyemiz, Vuhan’dan gelen ilk vatandaşlarımızı karantinaya alan Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden akademisyenimizle birlikte yazdı. Vuhan’a giden ve tahliyede yer alan Prof. Dr. İrfan Şencan ülkelerin tahliye süreçlerini kaleme aldı. TÜBİTAK’ın bu konudaki girişimlerini yine Sayın Prof. Dr. Hasan Mandal, Sağlık Bakanlığının çalışmalarını Sayın Prof. Dr. Emine Alp Meşe yazdı. Japonya’dan, birlikte eğitim çalışmalarımız olan bir önceki Bulaşıcı Hastalık Direktörü Prof. Dr. Kato Yasuyuki’nin epidemiyoloji hakkındaki yazısı, Dünya Skleroderma Vakfı Başkanı, İtalya’dan Prof. Dr. Matucci-Cerinic de salgında immünomodülatör ilaçların kullanımı yazısı ile yer aldı. Bu kişilere, öncesinde birlikte çalışmalar yürüten Türk akademisyenlerimiz de eşlik etti. Aarhus Üniversitesi’nden aynı zamanda ProMed’de görevli olan ve ESCMID’deki çalışmalarımızdan tanıştığımız Prof. Eskild Petersen de Türkiye için öngörüler içeren bir yazıyla katkı sağladı.

O kadar belirsiz bir dönemde, verilerin her gün değiştiği bir süreçte yazı yazmak çok zordu. Sonrasında mutlaka çok güzel yazılar çıkacaktı ama biz bir arşiv belgesi sağlamış olduk. Nitekim ülkelerin tahliye süreçleri, tedbirlerin kronolojisi, ülkelerin ve kurumların yaptığı açıklamalarla ilgili bazı konularda bugün bile aynı verilere ulaşmak zor. Salgının dinamik bir süreç olması hasebiyle web sitelerinden yapılan açıklamalar ve kaynaklar sürekli değişiyor. Pandeminin en belirsiz günlerinde yazılan yazılardı, hem tıbbi kısmı ile o anki verileri, hem de diğer alanlara etkisini yazdığımız bölümler o anki bakış açımızı gösterdiği için çok önemli bir arşiv olacağını düşünüyorum. Tabi bugüne de hizmet ediyor, makalelerin çoğu ilk günlerden itibaren yüksek sayıda okundu ve ilgi gördü. Bazı makaleler alanında ilkler arasında ve bayağı atıf almaya başladı. İmmünomodülatör tedaviler başta şu an için tedavi yazıları en çok okunanlar.

 

Yazar Hakkında

zktufan@ybu.edu.tr'

Zeliha TUFAK KOÇAK

Yorum Ekle