15 Temmuz

15 Temmuz: Millî İrade ve Güçlü Ekonominin Zaferi

Yazar: TR Dergisi

15 Temmuz İşgal Girişimi’nin üzerinden bir yıl geçti. Türk milletinin geleceğine kasteden menfur saldırının bir daha asla gerçekleşmemesi için konunun sıkça irdelenmesi büyük önem taşıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan “Soğuk Savaş” dönemi, dünya ekonomisinin gelişimine sekte vurmasının ve küresel ölçekte demokrasinin gelişme sürecini yavaşlatmasının yanı sıra ülkelerin “millî irade”ye dayalı olması gereken siyasi yapıları içerisinde, sivil ve askerî bürokrasinin haddinden fazla güç topladığı, ülkenin seçimlerle göreve gelen hükümetlerinin sık sık bürokrasiyi aşmakta zorlandıkları sorunlu yapıları da beraberinde getirdi. Soğuk Savaş sonrasında, ülkeler ekonomik ve demokratik reformlarla, millî iradenin tecellisi ve halkın demokrasiye tam katılımını sağlayacak süreçleri oluşturmak adına yoğun bir çaba ortaya koydular. Reformlar hız kazandığı ölçüde, bürokrasinin de gücünü kaybetmemesi için direnç gösterdiği süreçler yaşandı. Bu durum, Türkiye ekonomisinde, özel sektör ağırlıklı, KOBİ’lerin öne çıktığı bir yapının oluşmasını da geciktirdi. Soğuk Savaş döneminde, Türkiye her 10 yılda bir demokrasisinde kesintiler ile karşı karşıya kaldı. Siyasi istikrara yönelik sorunlar, Türkiye ekonomisinin gelişimini de olumsuz yönde etkiledi. 1980’lerin başlarına geldiğimizde, dünyaya ancak 3 milyar dolar ihracat yapabilen, turizmdeki toplam yatak sayısı Rodos Adası’nın bile altında olan ve ekonominin yüzde 65’nin kamunun hâkimiyetindeki bir ekonomi ile karşı karşıyaydık. 1994 ve 2001 ekonomik krizleri, bin bir çabayla 3 bin dolar düzeyine getirilebilmiş kişi başına millî gelirin iki kez 2 bin dolar seviyesine gerilemesine sebep oldu ve Türkiye 1990’lı yılların bütününde ekonomik ve siyasi özgüveni kaybettiği bir dönem yaşadı. 2003 yılından itibaren, AK Partinin tek başına iktidar olduğu 14 yılda, başlatılmış olan ekonomik ve demokratik reformlarda çıta üst noktaya taşındı ve Türkiye’nin küresel alandaki algısında gözlenen sıçrama, ekonomi ve siyaset alanında yeniden özgüven yakalamamızı sağladı. Türkiye’nin özgüvenini yeniden yakalaması ile birlikte, 2003-2006 yılları arasında, yarısı özel sektör yatırımları ile gerçekleşen yüzde 7,4’lük rekor bir büyüme gerçekleştirildi ve özel sektörün ekonomideki ağırlığı, ekonomiye hâkimiyetinde büyük bir sıçrama yaşandı. Ekonomik reformlarla güçlenmiş olan ekonomik yapı, 2008 küresel finans krizine dayandı ve Türkiye ekonomisi, 2008 küresel finans krizi sonrasında, 27 çeyrek dönem ardı ardına pozitif büyüme başarısı ortaya koyan beş ülkeden biri oldu. Bu durum, Türkiye’nin Avrasya’daki oyun kurucu gücünü, Avrasya’nın kaderini değiştirecek ülke olma konumunu perçinledi. Ve Türkiye bu başarıyı halkıyla, iş dünyasıyla ve hükümetiyle birlikte çok sayıda operasyonu ve çok sayıda hainliği bertaraf ederek elde etti. 2006 yılından itibaren, Danıştay saldırısından Hrant Dink cinayetine, AK Parti kapatma davasından Gezi Olaylarına, 17-25 Aralık’tan 6-7 Ekim olaylarına kadar onlarca siyasi saldırı, manipülasyon, algı operasyonu ve âdeta iç savaş çıkarma denemelerine maruz kaldı ve hepsinin de üstesinden gelmeyi başardı. 15 Temmuz gecesi, FETÖ’nün tertiplediği alçak işgal girişimi, Türkiye’nin birlik ve beraberliğine, siyasi ve ekonomik istikrarına yönelik yürütülen operasyonların en vahşi, en kanlı, en zalim halkasıydı. Önceki yıllarda, farklı metotlarla denenmiş askerî darbelere yeterince tepki gösterememiş Türk toplumunun, 15 Temmuz gecesi de bu kanlı, vahşi işgal hareketine, Türkiye’yi iç savaşa sürükleme girişimine tepki gösteremeyeceği umulmuştu belki. Ancak, bu hainliği tertipleyenlerin atladıkları temel gerçek, özgüveni çeliklenmiş, demokrasisine ve ekonomisine sahip çıkan Türk halkının, yakaladığı yüksek özgüven ile ülkenin gerçek sahibi olduğunu net olarak gösterecekleri destansı bir kahramanlık sergileyecekleriydi. Türkiye ekonomisinin yüzde 75’ine hâkim, 15 yıl öncesine göre üç kat katma değer üreten, dünyaya 150 milyar dolarlık ihracat yapan Türk halkı, gencinden yaşlısına, toplumun her kesiminden, güçlendirdikleri demokrasinin Avrasya’nın tek dönüşüm ümidi olduğunun gerçeği ile sokağa indiler ve “millî irade”nin tartışılmaz gücüyle inançla, tankları ve uçakları durdurdular. Dünya siyasetinde eşi benzeri görülmemiş bir destana, demokrasiyi sahiplenme mücadelesine imza attılar. 16 Temmuz sabahı, Türkiye “millî irade”nin tüm süreçlere hâkim olduğu, bugün ve gelecekte içeriden ve dışarıdan kimsenin artık Türkiye’nin geleceğine, kaderine müdahale etmeye cesaret edemeyeceği bir döneme uyandı. Ve Türk halkının bu destansı mücadelesini, demokrasisine sahip çıkma başarısını perçinlemek ve kurumsallaştırmak adına, 16 Nisan 2017’de sandığa gidildi ve Türk demokrasisine tarihî bir eşik atlatacak bir referanduma imza atıldı. 16 Nisan Referandumu ile hayat bulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, demokrasinin üç temel sacayağı yürütme, yasama ve yargıda 21. yüzyıla yaraşır bir zihinsel dönüşümün önünü açtı. Bu dönüşüm, kurumsal yönetim ilkelerine dayalı yeni bir iş yapma kültürünü Türkiye’nin dokusuna, genetiğine yerleştirecek. Çözüm odaklı, performansa dayalı, hesap verilebilirliğin öne çıktığı, Türkiye’yi yüksek katma değeri odaklayacak bir kodlamadan söz ediyoruz. Öyle ki demokrasi ve ekonomi alanındaki kalite artışı, siyaset ve iş dünyasının birbirini desteklediği, “sürdürülebilirliğe” ve “şeffaflığa” odaklı bir yönetim anlayışının da önünü açacak. Yeni Türkiye’nin hükümet modeli, bürokrasiye, kamu yönetiminin iş yapma biçimine öyle bir “devrimsel” bakış açısı kazandıracak ki Türkiye ekonomisinin hızlanmasını sağlayacak reformların önü açılmış olacak. Yeni “büyüme modeli”nden, “yatırım ortamının iyileştirilmesi”ne, etkin istihdam piyasasından, “yüksek teknoloji odaklı AR-GE” hamlesine kadar, “siyasi istikrar”ı kalıcı kılacak kritik önemde adımların önü açılmış olacak. 16 Nisan Referandumu’nun önünü açtığı Yeni Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye ekonomisini “pro-dinamik” bir yapıya da kavuşturacak. Türkiye kendi doğal ve finansal öz kaynaklarını daha etkin kullanacak bir karar alma süreci oluşturacak. Bilhassa, ekonomi alanında, büyümenin ve kalkınmanın hızlandırılması, fırsatların etkin değerlendirilmesi adına, karar alma süreçlerinin hızlı ve yalın olmasını sağlayacak yeni bir Ekonomi Yönetimi modeli oluşturacak. Yeni ekonomi yönetiminin bakan ve bürokratları performans açısından detaylı bir değerlendirme sürecinden geçecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerel siyaset ve yönetimden başlamış olan 41 yıllık proaktif çalışma becerisini ve liderliğini, yeni bir “ekip çalışması” anlayışı ile Türkiye ekonomisini dünyanın saygın ülkeleri arasında konumlandıracak bir pro-dinamik çalışma sürecine dönüştürecek. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modeli, profesyonel bir hükümet anlayışı ile Türkiye’nin ekonomi, kamu idaresi ve güvenlik alanında çok hızlı ve etkili karar alma sürecinin, becerisinin önünü açacak. Söz konusu siyasi model değişikliğini anlamlı kılacak, taçlandıracak “uyum” yasaları ve reformlar, Türkiye’nin katma değer üretim becerisine önemli katkılar sağlayacak. Bu nedenle 17 Nisan sabahından itibaren, yerli-millî enerji, savunma, ulaştırma, lojistik, bilim ve teknoloji imkânlarına dayalı “Yeni Türkiye” için, yoğun bir çalışma sürecine girmiş olacağız. Bu süreç, ekonomi alanında, “üretim ve istihdam” dostu, imalat sanayi ve tarımın önemli bir ağırlığa sahip olduğu yeni bir büyüme modelinin de hayata geçirilmesini gerektirecek. Temel hedef, 2023-2025 dönemi için Türkiye ekonomisinin küresel millî gelir ve küresel ticaretteki payını yüzde 1,5’e çıkarmak yönünde şekillenecek. Böyle bir hedefi gerçekleştirmek, yerli imkân, kaynak ve beceriye dayalı, verimli bir ekonomik yapıyı oluşturacak bir dönüşümden geçmeyi gerektiriyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu yönüyle, Türkiye’yi 2023, 2053, 2071 hedeflerine taşıyacak güçlü bir iradeyi, güçlü bir motivasyonu hayata geçirecek.

Yazar Hakkında

TR Dergisi

Yorum Ekle