Sanat

Bir Nadide Sanat: Hüsnühat

emre.ozcan@cubemedya.com'
Yazar: TR Editör

Asırlara meydan okuyan hat sanatı Türklerin İslam diniyle tanışmasıyla kazanılmış, zirve noktasını Osmanlı coğrafyasında yakalamıştır: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”

Hat sözcüğü kelime anlamı olarak yazmak, çizmek, kazmak, alamet koymak manalarına gelmektedir. Terim anlamında ise “Arap asıllı yazının estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı” şeklinde ifade edilmektedir. Bazı kaynaklarda estetik ve endişeli yazı yazma sanatı olarak geçen hüsnühat, bu endişesinden dolayı yazanına hattat ismini verip kâtiplikle arasındaki en büyük farkı ortaya koymaktadır. Bu estetiği meydana getiren şey ise Arap alfabesinin harflerinin başta, ortada ve sonda yazılımlarının değişmesidir. Böylece bir sanat ile sonsuzluk ve yenilik kavramları her defasında farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.

OSMANLI’DA HAT SANATI

Hat sanatının tarih sahnesinde görüldüğü yıllar, İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde basit hatlardan oluşan yazıya da “makili” ismi verilmektedir. Daha sonralarında bu yazı geliştirilerek “kufi” yazı meydana getirilmiştir. Günümüzdeki “sülüs” ve “nesih” yazısı ise İbn-ı Mukle tarafından kufi hattı yazılması zor olduğu için oluşturulmuştur. İbni Bevvab ve Yakut-i Mustasımi ise bu yazı çeşitlerini daha estetik hâle getirmişlerdir. Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte Arap coğrafyasından gelen ve bir sanat dalı olan hüsnühat, Türk kültürü ile farklı bir boyut kazanmıştır. Resmî ve edebiyat dilinde alfabe değişikliğine giden Türkler, İslam yazı sanatını pek çok çeşit kazandırmış ve yüzyıllar içerisinde fazlasıyla katkı sağlamışlardır. İslam sanatlarında özel bir yere sahip olan bu yazı çeşidi, en hızlı gelişimini Osmanlı coğrafyasında yakalamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle birlikte âdeta hat sanatının payitahtı İstanbul olmuştur.

  1. yüzyılda bilinen ilk Türk hattat Amasyalı Yakut el Mustasami’dir. Türk hattına çalışmalarıyla yön veren isim ise Şeyh Hamdullah’tır. İkinci Beyazıt’ın, Şeyh Hamdullah’ı himayesine alarak İstanbul’a getirmesi ile yüz yıllarca sürecek olan hüsnühatta Osmanlı izleri ekol hâlini almaya başlayacaktır. Şeyh Hamdullah, hat sanatında aklam-ı sitte olarak adlandırılan altı yazı türünü yeniden düzenlemiştir.
  2. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında altın çağını yaşayan bu sanatın en önemli hattatı Ahmet Karahisari’dir. Hat sanatının tekniğinde yenilikler yaparak farklı bir boyut kazandırmıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde ise sülüs ve nesih yazıya bir zarafet kazandıran Hafız Osman Efendi karşımıza çıkmaktadır. Hat sanatı ile kaleme aldığı Kur’an-ı Kerimler ise bugün hâlâ pek çok İslam ülkesinde bulunmaktadır. 17. yüzyıldan günümüze kadar devam eden hüsnühat, Türk-İslam sanatları içerisinde önemini yitirmeden varlığını sürdürmektedir.

MÜREKKEPTEN HOKKAYA

Hat sanatında, yazı yazmak için kamış kalem kullanılır. Farklı yazı çeşitlerine göre kalemler de değişiklik gösterir. İri yazılar için bambu veya kargı kalemi, ince yazılar için kamış kalem, Kur’an-ı Kerim’in yazımı için ise cava kalemi tercih edilir. Hattatlar daima kalemlerine önemli bir hürmet atfetmişlerdir. Kamışın ucunu düzeltme sırasında kestikleri yongaları saklayan hattatlar, bunların kendi cenazelerini yıkamak için kullanılan suyun ısıtılmasını vasiyet ederler.

Kalemin ucunu açmak ve düzeltmek için kalemtıraş adı verilen ve sap kısmı kemik, abanoz, akik veya mercanağacından yapılan bir bıçak türü kullanılır. Kalemin ucu sol elin içinde tutularak kalemtıraşla yontulur. “Makta”, kamış kalemin ucunun düzeltilmesi sırasında kalemin yatırıldığı alettir. Makta için genel olarak kemik, fildişi, sedef veya boynuz tercih edilir. Bu maddelerin tercih edilmesinin sebebi, kalemtıraşın kesici kısmının bozulmasının önüne geçmektir. Kalem ucunun farklı yazı çeşitlerine göre düzeltilmesi maharet isteyen bir husustur. Zira ucunun farklı bir eğimle açılması yazının bozulmasına neden olur. Kamış kalemin ucuna yarım santimlik “şak” adı verilen bir yarık bırakılır; şak, mürekkebin daha fazlasının kaleme alınmasını sağlar. Hokka, mürekkebi ve likayı muhafaza eden cam veya topraktan olan kutudur. “Lika”, hokkanın içerisine mürekkepten önce kabartılmış şekilde olan ham ipeğin yerleştirilmesidir. Lika, kamış ucuna kâfi miktarda mürekkep alınmasına yardım eder.

Hattatlar, hat sanatını icra etmek için yazı yazmayı kolaylaştıran aharlı kâğıdı tercih ederler. “Ahar”, kâğıdın kullanışlı ve sağlam olması için sürülen maddedir. Ahar, nişasta muhallebisinden veya şapla kestirilmiş yumurta akından yapılır. Meydana gelen sıvı maddenin kâğıt yüzeyine sürülmesi ile aharlama işlemi tamamlanır. Bu şekilde kâğıt daha parlak bir görünüme sahip olur. Mürekkep kâğıt üzerinde tam kıvam alır ve silinme işlemini kolaylaştırır. Aharlı kâğıt üzerine yazılan yazı yüzyıllarca muhafaza edilebilir. Mürekkepten hokkaya, maktadan likaya kadar kullanılan malzemelerle nadide bir sanatın kapılarını aralayan hüsnühat, Türk-İslam sanatları içerisinde gelişerek ilermeye devam edecektir.

HAT SANATINA DÂİR… (Prof. Uğur Derman)
Dünyada kullanılan yazılar arasında estetik güce en fazla sahip olarak şu ikisi gösterilir:

1- Arap asıllı İslâmî harfler,
2-Uzak Doğu (Çin/ Japon) harfleri

Uzak Doğu harfleri birbiriyle bitişmeyen birçok münferit şekilden oluşur ve fırçayla yazılır. Fırçanın bastırılmasına bağlı olarak ince/kalın çizgiler ortaya çıkarılır. Arap asıllı harfler ise, kelimenin başında, ortasında ve sonunda bulunuşlarına göre şekil değişikliğine uğrar. Bunların yazılmasında kullanılan kamış kalemin ağzı sabittir ve elde tutuluş biçimine göre harflerin incelik ve kalınlıkları kâğıda geçirilmiş olur. Yakıldığında is veren (balmumu, bezir yağı, gaz yağı gibi) maddeler Arap zamkı eriyiğiyle uzun müddet taş havanda dövülmekle hat sanatının mürekkebi hazırlanmış olur, buna “is mürekkebi” denir. Kamış kalemle kâğıdın üzerine yazılan dörtgen biçimli şekil “nokta” olarak kabul edilir. Her harfin boyu, eni, birbirine uzaklığı nokta ölçüsüne tabidir. Yüzyıllar içinde bu ölçülerin en mükemmeline erişilerek hattın estetiği sağlanmıştır. Hat sanatı, zaman içinde daima yükselen bir çizgi göstermiştir. Birbirinden farklı anlayışların doğurduğu yazı nevileri de geçmişte farklı işlemlere tahsis edilmiştir: Sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkı’, rıka, ta’lîk, dîvânî, celî dîvânî… Bunların uzaktan okunabilecek kadar büyük ve geniş ağızlı kalemle yazılmış bulunanlarının adına “celî” tâbiri eklenir: Celî sülüs, celî ta’lîk gibi… Resmî yazışmalarda kullanılan celî dîvânî ise bu adı girift oluşundan dolayı almıştır.

Yazar Hakkında

emre.ozcan@cubemedya.com'

TR Editör

Yorum Ekle